Samuel Beckett’in ilk kez 1953’te sahnelenen ve kendisini kitlelere tanıtan eseri Godot’yu Beklerken (Waiting for Godot), büyük yankı uyandırmış bir klasik. Bu klasik eseri okumamış veya oyunu izlememiş olanların, 2001 İrlanda yapımı sinema uyarlamasını görmesi gerektiğini düşünerek, eser hakkında iki kelam etmek istedim. Michael Lindsay-Hogg’un yönetmen koltuğuna oturduğu Godot’yu Beklerken, doğrudan DVD piyasasına sürülmüş filmlerden. Belki de bu yüzden film versiyonu pek bilinmiyor.
Tiyatro için yazılan Godot’yu Beklerken, sinemaya da herhangi bir yapısal değişikliğe uğratılmadan uyarlanmış. Dolayısıyla karşımızda tek mekânlı, az karakterli, çok konuşan ama boş konuşmayan bir minimal film var. Hikâyeyi bilmem anlatmaya gerek var mı? Vladimir ile Estragon adlı başıboş iki arkadaşın, sapa bir yol kenarında Godot adlı birini umutla umutsuzluk arasında gidip gelerek beklemelerinin öyküsü, bizi hayatta tutanın umutlarımız olduğu sonucuna götürse de, umutlarımıza körü körüne bağlanmanın yararımıza olmayacağını, bizi bir adım öteye götüremeyeceğini düşündürüyor.
Bu hikâye, yüzeydeki basitliğinin altında oldukça derin felsefi alt metinler saklıyor. Vladimir’in kurduğu “Daima bize var olduğumuz izlenimini verecek bir şey buluruz.” cümlesi Godot’yu Beklerken’in temelde varoluşumuzla ilgili bir hikâye olduğunu söylüyor. Beckett, var oluşumuzu nasıl anlamlı kılarız sorusundan önce, varoluşumuz anlamlı mıdır sorusunu yöneltmeyi tercih ediyor. Eser, zamanı ve mekânı en az karakterler kadar işlevsel kullanıyor. Vladimir ve Estragon, gitmek isterler ama gidemezler, zamanın amansız döngüsünden de kurtulamazlar. Hiçliğin ortasında olduklarından zaman ve mekân anlamını kaybetmiştir. Vladimir ile Estragon için bu anlamsızlığa anlam katan tek şey bekleyişleridir. Kendilerine bir ricada bulundukları Godot’yu sözleştikleri yerde bekleyen karakterlerimiz ondan ne istediklerini de unutmuşlardır. Bu unutma veya hatırlayamama durumu, ikisinin de muzdarip olduğu bir hastalıktır adeta. Sebebi ise zaman ve mekânın onları köşeye sıkıştırması, monotonlukla işkence etmesidir. Beckett, alışkanlıklarımızın bazen neyi, niçin yaptığımızı unutmamıza, sebeplerini sorgulama gereği duymamamıza neden olduğunu ve hatta bizi duyarsızlaştırdığını söylüyor. Filmde ağaçta beliren iki yaprakla, küçük de olsa değişimlerin monoton hayatlarımıza anlam katabileceği vurgulanıyor. Ana karakterlerimiz hissizleştiklerinden ve birbirlerine bağlanmış olduklarından hayatın kısır döngüsünden kurtulamıyor. Değişimi gerçekleştirip o döngüyü kırması için Godot’yu bekliyorlar.
Gogot’yu Beklerken’in bir metafor silsilesi biçiminde tasarlanması, onu bir alegori olarak okumayı da gerekli kılıyor. Karakterlerimizin İncil’den yaptıkları alıntılar veya anlattıkları hikâyeleri göz önünde tutarak yapılacak alternatif okuma, eserin zenginliğini kavrama açısından faydalı olacaktır. Vladimir ile Estragon’un zaman ve mekândaki sıkışmışlıkları, bekleyişleri, korkuları ve umutları bizi Godot’yu Beklerken’in bir Araf alegorisi olduğu sonucuna götürebilir. Ruhların Cennet’e girmeye hak kazanana kadar Araf’ta kaldıklarına yönelik inanç karakterlerimizin umutlu ama aynı zamanda bezgin bekleyişlerini anlamlı kılıyor. Vladimir, filmin bir yerinde hiçliğin ortasında olduklarını söylüyor. Zaten karakterlerimizin ortada kalmışlığı, ne ileri ne de geri gidebilmeleri Araf’a işaret eden, Araf’ta da karşılık bulan detaylar. Vladimir ve Estragon, zamansız bu yerden kurtulabilmek için Godot’la görüşebilmeyi umut ediyorlar. Peki ama kim bu Godot? Belki somut bir karşılığı olmayan, tahayyül edemeyeceğimiz bir varlık. Belki de hiçliğin ta kendisi… Godot, İngilizce Tanrı anlamına gelen “God”dan türetilmiş bir isim. Dolayısıyla Godot’nun Tanrı olduğu varsayımında bulunabiliriz. Zaten mekân Araf ise Godot’un da Tanrı olması gerekiyor. Karakterlerimiz, Araf’tan kurtulabilmek için Tanrı’yla görüşmelilerdir. Araf’a düşmeden önce Tanrı’dan bir ricada bulunmuşlardır. Daha doğrusu kendi deyimleriyle bir tür dua etmişlerdir. Tanrı da onlara hiçbir şey vadedemeyeceğini söylemiş ama onları umutsuz da bırakmamıştır. Vladimir ile Estragon’un bu görüşmeye dair pek bir şey hatırlayamaması çok uzun bir zamandır Araf’ta bulunmalarından kaynaklanmaktadır. Sadece bu görüşme de değil. İkisi de olayları ya hiç hatırlayamaz ya da farklı bir biçimde anımsar. Araf’ta ne kadar zaman bekledikleri belirsizdir. Hikâyedeki her bir ayrıntının onu bir Araf alegorisi olarak düşündüğümüzde bir karşılığının bulunabilmesi, eserin zenginliğinin en önemli göstergesidir.
Beckett’in eserindeki keskin belirsizliğin yanı sıra karakterlerimizin ve söylediklerinin tam olarak ne ifade ettiğinin de anlaşılmaması, her izleyenin kendinden ve hayattan bir şeyler bulabilmesi Godot’yu Beklerken’in gerçek bir sanat eseri olduğunun açık bir göstergesi.