9 Temmuz 2019

En İyi 10 Epik Film


Şiir ve edebiyatta olduğu gibi sinemada da çoğunlukla antik dönemlerdeki kahramanlık hikayelerinin destansı bir dille anlatıldığı tür olan epik; mitoloji, kutsal kitaplar, tarihe geçmiş büyük savaşlar veya iz bırakmış kişiliklerin biyografileri, kahramanlık hikayeleri ve anlatılageldikçe efsaneleşmiş olaylardan beslenir. Türün sinemadaki yolculuğuna baktığımızda, miladının 1914 İtalyan yapımı Cabiria olduğunu, 20’li yıllarda The Ten Commandments ile dini epiğin devreye girdiğini, altın dönemini ise 50’li ve 60’lı yıllarda yaşadığını görüyoruz. Türün 70’li yıllarla birlikte çaptan düştüğünü ve 90’lardaki kıpırtıların ardından 2000’de Gladyatör’ün göz kamaştıran ticari ve eleştirel başarısı, bunu takiben Yüzüklerin Efendisi serisinin epik\fanteziyi canlandırması, geçtiğimiz yıl Noah, bu yıl vizyona girecek Exodus gibi dini\epiklerin sahne alması gibi faktörlerle günümüzde epik sinemanın o şaşaalı günlerine erişemese de üretken bir dönemden geçtiğini söyleyebiliyoruz. 

Peki, epik film dediğimiz zaman ne anlıyoruz, ne anlamalıyız? Epik, hemen hemen her türle yakın ilişki içinde olduğundan epik film sınıflaması genellikle yanış yapılmakta veya yapılamamakta. Epik film dediğimizde öncelikle izleyeni coşturan, galeyana getiren, o damara seslenen işleri gözümüzün önüne getirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda, yapılmış epik film listelerini incelediğinizde Rüzgar Gibi Geçti’den Doktor Jivago’ya, Titanik’ten Schindler’in Listesi’ne, bilimkurgu ve savaş filmlerine kadar sayısız filmin epik olarak değerlendirilebildiğini göreceksiniz. Ancak en büyük yanlış, özellikle epik sinemada tür değerlendirmesi yaparken filmin baskın olmayan türünü baz almak ve bazen de büyük ölçekli, gösterişli dev yapımları epik olarak değerlendirmek. Öyle düşündüğümüz zaman Avatar da epiktir. Ama filmin bilimkurgu olduğunu göz ardı edebilir miyiz? Evet, Avatar aynı zamanda epik\fantezidir fakat epik sinemaya bu şekilde bakarsak sınırlarını çizmemiz çok güç olacaktır. Burada yapmamız gereken filmdeki epik unsurların o filmi epik yapmaya yetip yetmeyeceğini dartabilmek ve alt tür listelerine yönelmek olacaktır. Bu yüzdendir ki, en iyi 10 epik film listemi hazırlarken kılıç sandalet epiklerini ve tarihi epik olarak da adlandırabileceğimiz filmleri baz aldım. Tarihi epik derken de Gandhi gibi biyografi epikleri eleyip Abel Gance’ın biyografik epik olmasının yanında şablonumuza da uyan Napolyon’unu almayı uygun gördüm. Dönem filmine yakın duran eserleri dışarıda tutup, tarihi epiği de sadece tarihte yaşanmış olayları ele alan filmler olarak düşünmediğimi belirtmek istiyorum. Kurosawa epikleri bu şekilde listedeki yerlerini aldılar. Yine bu yaklaşım neticesinde Excalibur ve Yüzüklerin Efendisi üçlemesi gibi epik\fantezileri değerlendirme dışında tuttuğumun altını çizeyim. 

10- The Fall of the Roman Empire (1964) 

Roma İmparatorluğu’nun doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılma, bir anlamda dağılma sürecini odağına alan Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü, tarihsel gerçekleri araya kurgusal karakterler de ilave ederek süsleme yoluna giden, bu sayede de epik anlatıyı güçlendirmeyi başaran önemli bir iş. El Cid ile epik sinemada harikalar yaratan Anthony Mann’in bu alandaki yetkinliğini tekrar gösterme fırsatı bulduğu film, altın çağın en görkemli yapımları olan Ben-Hur, Spartaküs ve Kleopatra’dan açıkça etkilenmiş. Roma’yı tüm ihtişamıyla görselleştiren, imparatorluğu çöküşe götüren sebepleri didaktik olmadan anlatabilmeyi başaran Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü listeme girmekte de pek zorlanmadı. 

9- Spartacus (1960) 

Stanley Kubrick’in ilk kez bir süper prodüksiyonun kamera arkasına geçme şansı yakaladığı filmi Spartaküs, yönetmenin imza attığı diğer eserlerinden çabucak ayrılmasına karşın, onun dokunuşuyla büyü bir başarı yakaladı. Roma döneminde Spartaküs’ün önderliğinde vuku bulan köle ayaklanması, önce Anthony Mann’e emanet edilmiş, çekimler başlamış ancak Mann kovulunca Kucrick’le anlaşılmıştı. Çekim aşamasında yapılan pek çok değişiklik - senaryonun elden geçirilip, savaş sahnelerinin eklenmesi- Kubrick’in titiz çalışma metodu ve mükemmeliyetçiliği de eklenince bir klasik doğdu diyebiliriz. Elbete bugün filme dönüp baktığımızda kusuzsuz bir iş olduğunu iddia edemeyiz. Ancak hakkını da teslim etmek gerekiyor. 

8- Gladiator (2000) 

Altın Çağ epiklerine öykünen Ridley Scott’ın en iyi film dahil 5 Oscar ödülü kucaklamayı başaran filmi Gladyatör, öyle bir başarıya imza attı ki, epik sinemanın 2000’li yıllardaki lokomotif filmi olmakta zorlanmadı. Mevki veya rütbe sahibi ana karakterini önce en dibe çekip, tekrar saygınlık kazandırma-yükseltme ve intikam hikayesini arenaya taşıyarak heyecanlı bir maceraya dönüştürme formülünü Ben-Hur’dan ödünç alarak Gladyatör’e uyarlayan senaristlerimiz, karakter yaratma ve seyirciyi tavlama konusundaki üstün bir beceri sergiliyorlar. Şüphesiz ki, övgülerimize mazhar olması gereken başlıca isim yönetmenimiz Ridley Scott… Onun vizyonu ve maharetli elleri olmadan Gladyatör’ün günümüzün klasiklerinden birine dönüşmesi pek de olası değildi. 

7- Napolyon (1927) 

Abel Gance, sessiz sinema dönemindeki eserleri ama özellikle de 1927’de gösterime giren Napolyon biyografisiyle tarihe geçti. Günümüze yaklaşık 5.5 saatlik versiyonuyla ulaşabilen film, Napolyon’un askeri dehasını çocukluk döneminden başlayarak anlatmaya koyulur. Albert Dieudonne’un delici bakışları ve sarsılmaz duruşuyla ortaya koyduğu Napolyon Bonapart kompozisyonu, Abel Gance’ın döneminin çok ilerisindeki kurgu teknikleri ve yönetmenlik becerisiyle birleştiğinde epik sinemanın ilk başyapıtı doğar. İlk yarısında Napolyon’un gözden düşüşü ve yükselişini coşkun bir anlatımla izlerken, ikinci yarısında Fransız İhtilali ve ülke içindeki karışıklıklara odaklanırız. Napolyon’un gönül ilişkisi devreye girip de uzunca bir zaman çaldığında epik anlatısı zarar gören film, netice itibariyle türün en parlak işlerinden biri olmuştur. 

6- Ran (1985) 

Akira Kurosawa’nın Shakespeare’in ölümsüz eseri Kral Lear’dan yaptığı serbest bir uyarlama olan Ran, epik sinemada daha önce ortaya koyduğu işlerle “Kurosawa epiği” diye bir alt başlık açan üstadın türe teatral bir tat da kattığı çarpıcı bir filmdi. Krallığını üç oğlu arasında paylaştırmak istediğinde öngöremediği olaylar yaşayan, öz oğullarınca ihanete uğrayan otoritesi sarsılmaz Efendi Hidetora’nın trajik hikayesi, Kurosawa’nın ellerinde destansı bir biçimde hayat buluyor. Ran’ı türdeşleriyle karşılaştırdığımızda teatralliğinin yanında dramatik kompozisyonlarıyla diğerlerinden ayrıldığını görürüz. Yönetmenin başyapıtları arasında üst sıralara yazdığımız film; sinematografisi, oyunculukları ve estetiğiyle ışıl ışıl parlamaya devam ediyor. 

5- Braveheart (1995) 

80’li ve 90’lı yıllar aksiyon sinemasının önemli isimlerinden Mel Gibson’ın ikinci yönetmenlik çalışması Cesur Yürek, en iyi film ve yönetmen dahil 5 dalda Oscar kazanarak -Gibson’ın yönetmenlikteki tecrübesizliğini düşürsek- beklenmedik bir başarı yakaladığını söyleyebiliriz. İskoçya’nın bağımsızlık mücadelesini, ülkenin ulusal kahramanı olarak kabul edilen William Wallace etrafında kurgulayarak anlatmaya koyulan Gibson, epik anlatının sınırlarını zorlayan bir özgürlük destanı yazmıştı. Bir hayli kanlı ve cüretkar savaş sahneleriyle dikkat çeken film; kuzey ülkelerinin kasvetli havası, makyaj çalışması ve genel anlamda sanat yönetimiyle tür içinde eşşiz bir noktaya yerleşti. Seyirciyi bir çırpıda avucunun içine alması ise Cesur Yürek’in en büyük kozuydu. 

4- El Cid (1961) 

11. yüzyıl İspanya’sında El Cid adlı bir halk kahramanının ülkesinin bölünmemesi için verdiği büyük savaşı anlatan filmin kamera arkasında Anthony Mann var. El Cid için gerçek bir kahramanlık destanı diyebiliriz. Hikayesini tarihsel gerçeklerden alıp; sadakat, cesaret, onur gibi erdemleri, kurguyla sarmalayan, düello ve savaş sahnelerini, aşkı, ihtirası kısacası bir epik filmden beklediğimiz her şeyi sunuyor bu film. Epik sinemanın vazgeçilmez ismi Charlton Heston ve Sophia Loren’in katkıları, prodüksiyon kalitesi, bol figürasyonu, gerçek mekanları ve daha birçok detayıyla unutulmaz bir epik El Cid. Ben-Hur, Spartaküs, Kleopatra kadar popüler bir film olmaması sizi yanıltmasın. 

3- Lawrence of Arabia (1962) 

Dev prodüksiyonların adamı David Lean denince aklımıza gelen ilk film Arabistanlı Lawrence’dır. Usta sinemacının 7 Oscar’lı başyapıtı, içeriği sebebiyle bizde pek çok tartışmaya da sebep olmuştu. İngiliz casus T. E. Lawrence’ın İngiliz İstihbaratı tarafından Arapları, Osmanlılara karşı kışkırtması veya İngilizlerin yanında yer almalarını sağlama amacıyla Arabistan’a gönderilmesi ve sonrasında yaşananları mercek altına alan film, tarihe sadık kalma düşüncesinde olmadığından işin yalnızca kurgusal ayağına bakmak gerekiyor. Bu şekilde yaklaştığımızda da epik film kodlarını iyi bilen Lean’in türün en iyi örneklerinden birini çıkardığını kabul etmek gerekiyor. Seyircisini Arabistan çöllerinde tutkulu bir maceraya çıkaran film, haklı bir şöhrete sahip. 

2- Seven Samurai (1954) 

Kariyeri boyunca Japon kültürünün önemli parçalarından Samurayları filmlerine konu edinen Akira Kurosawa’nın, dünya sinemasını en fazla etkilemeyi başarmış eseri kuşkusuz ki, Yedi Samuray’dır. Seyircisini 16. yüzyıl Japonya’sına götüren film, tek varlıkları olan ekinlerini haydutlara kaptırma tehdidiyle yüz yüze gelen köy ahalisinin, çareyi kendilerini savunmak için samuray kiralamada bulmalarını ve sonrasında yaşanan epik mücadeleyi odağına alıyor. Farklı karakterlerdeki samuraylarla, köylüler arasında ilişkiyi yer yer mizahi öğelerle süsleyen Kurosawa, türün karakteristik özelliklerini hikayesine yedirir ve yönetmenlik sanatının en nadide işlerinden birini ortaya koyar. Epik sinemanın altın çağını müjdeleyen Yedi Samuray, yalnız ait olduğu türün değil sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri. 

1- Ben-Hur (1959) 

William Wyler’ın 11 Oscarla taçlandırılan şahaseri Ben-Hur için epik film şablonunu en iyi uygulayan ve türe yön veren film diyebiliriz. Filmin merkezinde Roma döneminde, kutsal topraklarda Ben-Hur adlı zengin Yahudi prens ve çocukluk arkadaşı general Messala arasındaki çatışma yer alır. Ben-Hur’un düşüş ve yükselişi hikayenin ana eksenini oluştururken, Hz. İsa’nın öyküsüne de tanık oluruz. Hz. İsa, filmde Ben-Hur’u derinden etkileyen bir figür olarak çiziliyor. Bu da Wyler’ın, filmini tüm bir epik film külliyatı içinde ayrıksı bir noktaya taşımaya yetiyor. Ben-Hur’un hikayesi o kadar tutkulu ki, Wyler bunu teknik açıdan yakaladığı kusursuzlukla birleştirdiğinde ortaya çıkan eser, epik sinemanın aşılmaz kalesine dönüşüyor.