Klasik sinemasının ustalarından John Huston’ın az bilinen filmlerinden biri olan Freud: The Secret Passion, Sigmund Freud’un önemli çalışmalarını hayata geçirdiği bir dönemi ele alan başarılı bir biyografik film denemesi. Montgomery Clift’in Freud kompozisyonuyla iyi bir iş çıkarttığı film, bilim insanlarının dahi yeni fikirler, yeni tedavi yöntemleri karşısında ne kadar hoşgörüsüz olabileceğini tarihe tanıklık ederek gösteriyor. Doktorlar arasındaki ego savaşlarının nerelere varabileceğini, bilimsel gelişmenin önünü nasıl tıkayabileceğini net bir şekilde görüyoruz. 19. yüzyılın sonlarına gelinmesine karşın hipnozun bilim camiasında bir tür büyücülük olarak görülmesini, Freud ve çalışma arkadaşı Josef Breuer’in karşılaştıkları zorlukları ve yalnız bırakılmalarını Huston’ın etkili anlatımıyla izliyoruz.
Freud: The Secret Passion’da psikanalizin doğuşuna da tanıklık ettiğimizi söyleyebiliriz. Freud’un hastalarını hipnoz etmeden tedavi edebildiğini fark etmesini ve yeni bir yöntem geliştirmesini, yönetmen Huston yorum katmadan aktarmakla yetiniyor diyebiliriz. The Secret Passion, hikâyesini olabildiğince sade bir biçimde anlatan ve kronolojik ilerleyen bir biyografik film. Huston’ın Freud'un çalışmalarına odaklanması, bunu yaparken Freud’un özel hayatıyla işi arasındaki git gelli durumu aktarması filmin artılarından biri diyebiliriz. Neden artısı çünkü biyografilerde çoğunlukla biri eksik kalır. Özellikle konu edilen bir bilim insanın hayatıysa çoğunlukla özel hayat-iş dengesini sağlamada başarısız olunuyor. Huston elinden geleni yapmış. Denge yakalayamasa da özel hayat-iş arasında doğru seçimi yaptığı için seyircinin beklentilerini karşılayabilmiş.
Filmin en can alıcı kısmı ise Freud’un bir hastasını tedavi etmeye çalışırken, Oidipus Kompleksi adını vereceği psikanalitik teoriyi geliştirmedir. Freud, her çocuğun ilk aşkının karşı cinsteki ebeveyni olduğunu söylüyor. Bu teoriye göre çocuk karşı cinsteki ebeveyni sahiplenirken kendi cinsindeki ebeveyne aksi yönde duygular geliştiriyor. Film, bu noktada Freud’un kendi geçmişine de ışık tutarak, bu teorinin gelişimini hayranlık uyandıracak rüya sahneleri de kullanarak veriyor. Freud’un meslektaşlarının bu teoriye gösterdikleri tepki de görülmeye değer açıkçası. Dünya tarihine baktığımızda, her zaman her alanda yeni ve farklı fikirlerin kolay kolay kabul görmediğini ve bu fikirlerin sahiplerinin de dışlandığını görürüz. Kararı ise zaman verir. Sigmund Freud da buna iyi bir örnektir.