22 Temmuz 2018

Zamanla oyun olmaz!: Time Lapse


Bilimkurgu sinemasının son 10 yılına baktığımızda oldukça mütevazı bütçelerle çekilmiş bağımsız bilimkurgu filmlerindeki artış dikkat çekicidir. Blockbuster bilimkurguların artması, seyircinin eksilmeyen ilgisi şüphesiz ki bağımsız sinemacıların bu alana yönelmesinde etkili oldu. Düşük bütçeler yaratıcı bilimkurgu üretmenin önünde bir engel oluşturmazken, yazar-yönetmenlerimizin hikâyelerini kısıtlı bir mekâna hapsetmelerine de sebep olmakta. Bunun sonucunda da son dönemde tek mekânda geçen bağımsız bilimkurgu olarak adlandırdığımız birçok film üretildi. Tek veya birkaç mekânı mesken tutan bu filmlerin son örneklerinden biri de Time Lapse. Bradley King’in yazıp yönettiği filmin, seyirciden beklediği geri dönüşü tam manasıyla alamamış olmasına rağmen ilgiye değer hikâyesi ve yaklaşımıyla türü sevenlerin mutlaka görmesi gereken işlerden biri olduğunu düşünüyorum.

Üç yakın arkadaşın karşı komşularının evinde esrarengiz bir makine bulmalarının, bu makinenin 24 saat sonrasının fotoğrafını çektiğini keşfetmeleriyle bu olağanüstü durumu fırsata çevirmeye karar vermelerinin ve sonrasında gelişen olayların hikâyesinin anlatıldığı Time Lapse, zaman kavramına farklı bir pencereden bakmayı deniyor. Bunu ne kadar başarıyor tartışılır ama ilginç fikirlerinin ve ortaya attığı soruların düşünmeye değer olduğu bir gerçek. Henüz yaşanmamış bir ana (Yarına) ait bir fotoğraflarını bulan üç arkadaş, bu gizemi yaşamaya karar verdiğinde sonunun nereye varacağını bilmedikleri bir maceraya atılıyor. Yönetmen King’in ortaya attığı sorulardan biri filmin olay akışını belirliyor. Eğer karakterlerimiz fotoğrafın çekildiği anda herhangi bir değişiklik yaparsa veya o fotoğrafın çekilmesi gereken anda başka bir yerde bulunursa ne olur? Gelecek değişir ama Jasper, Finn ve Callie içinde bulundukları şartlarda bir geleceklerinin olmayabileceği endişesiyle her akşam fotoğrafta görünen geleceğe sadık kalmaya çalışıyor. Karakterlerimiz geleceği gördüğü için ona göre hareket ediyor ve kararlar alıyorlar. Finn, resimlerini fotoğrafa bakarak yapmaya başlıyor. Bir kopyacıya dönüşüyor. Jasper sadece paraya odaklanıyor. Geleceği görmeseler yapmayacakları şeyler yapmaya başlıyorlar. Jasper'ın ağzından "Zamanla oyun olmaz!" sözünü duysak da karakterlerimizin yaptığı şey tam olarak bu. Jasper'ın haklı olduğunu ve işlerin sarpa saracağını biliyoruz. Bu beklenti de film gerilime açılmadan gerilmemizi sağlıyor diyebiliriz. Beklenmedik fotoğraflar gelmeye başladığında üçlünün arkadaşlıkları da çatırdamaya başlıyor. Yönetmen King, ana karakterlerimiz arasındaki çatışmayı gerilime hizmet etmesi amacıyla kullanıyor. Bu konuda da oldukça başarılı olduğunu belirtmek gerekiyor. Karakterlerimizin başı belaya girdiğinde gerilime kayan Time Lapse’ı zaman paradoksuna odaklanmadığı için eleştirebiliriz. Evet filmde zaman paradoksu var ama bu hususta yeni bir şey söylenmediği gibi üzerinde de durulmuyor.  Filmde bir bilim adamının yokluğu filmin bilimsel açıdan elini zayıflatıyor. Bu zayıflığı Time Lapse'ın bağımsız film olmasına yormak çok doğru olmayacaktır. Çünkü elimizde The Man from Earth ve Coherence gibi bilimkurgusal açıdan zengin bağımsız film örnekleri var.

Hikâyeyi geleceğin fotoğrafları üzerine kuran yönetmenin zaman yolculuğuna kendine has bir dokunuşu olduğunu söyleyebiliriz. Time Lapse, bir zaman yolculuğu filmi olmamakla birlikte, dev fotoğraf makinesinin zamanda yolculuk ettiğini düşünebiliriz. Programlandığı üzere kendi kendine geleceğe sıçrayarak sabitlendiği yerin fotoğrafını çekiyor. Onu icat eden bilim adamının ölü olduğu bilgisinin filmin başında verilmesi gizem yaratmaktan başka bir sonuç vermiyor. Makinenin çalışma prensibinin bilinmemesi ve karakterlerimizin varsayımlarla hareket etmesi merak unsurunun daima ayakta tutulmasını sağlıyor. Seyircilerine ufak sürprizler de hazırlayan yönetmen, ilk uzun metraj denemesiyle sınıfı geçiyor. Geleceğin fotoğrafını çekme fikrinden yola çıkan King, makinin zaman yolculuğu yapması ve henüz çekilmemiş bir fotoğrafa bakma gibi fikirleri Terminator’dan almış ve mütevazı hikâyesine uygulamış. Geleceği bilmenin avantajlar ve dezavantajları üzerine bir tür zihin egzersizi yapan Time Lapse, kimi eksiklerine rağmen hikâyesinin hakkını veren bir bilimkurgu diyebiliriz. 7.8\10

5 Temmuz 2018

Ölümsüzlük arayışı: Self\less


Tarsem Singh, bilimkurguyu polisiye ve fanteziyle iç içe geçirdiği ilk uzun metraj çalışması The Cell ile iyi bir kariyer başlangıcı yapmıştı. Ardından gelen The Fall ise Singh’in tartışmasız başyapıtıydı ve yönetmen için bir daha yaklaşamayacağı bir zirve noktasıydı. Bir süredir fantezi alanında ürünler vererek kariyerini sürdüren Singh, Hollywood’un kanatları altında yeni bir bilimkurguyla sevenlerinin karşısına çıktı. Self\less, The Cell’i aratsa da Sing’in uzun zaman sonra eli yüzü düzgün bir film çektiğini görmek takipçileri için bir teselli oldu diyebiliriz.

Seconds’ın mirasını yiyor! 

John Frankenheimer imzalı 60’lı yılların unutulmaz bilimkurgularından Seconds, hiç şüphe yok ki, Self\less’ın bir numaralı esin kaynağı. Hayatından bıkmış veya hayatının anlamını yitirdiği zengin insanlara uzun operasyonlar sonucunda yepyeni bir görünüm, kimlik ve hayat kazandıran bir şirket ve istemeyerek de olsa bu yola giren bir adamın trajik hikayesi ana hatlarıyla Self\less’ı besliyor. Altı aydan az bir ömrü kalan yaşlı milyarder bir iş adamı Seconds’ta olduğu gibi bir arkadaşının yönlendirmesiyle deri değiştirme olarak adlandırılan bir operasyon geçirmek üzere illegal bir şirketle irtibata geçiyor ve olaylar gelişiyor. Öncelikle şu ayrımı yapmak gerekiyor: burada bahsi geçen operasyon teknolojinin bir nimeti olsa da, ruh transferinden başka bir şey değil. Yaşlı bedenden genç ve sağlıklı bir bedene geçiş yapılıyor. Bundan sonra ise Seconds’ta olduğu gibi yeni bir kimlik, yeni bir hayat… Genç bedeninin nimetlerinden faydalanan yaşlı kurt Damien, gün gelip de ilacını aksatınca halsinasyonlar baş gösteriyor. Her şeyin o kadar da basit olmadığını anlıyoruz. Self\less'ın ilk yarım saatinde Frankenheimer'ın klasik eserindeki gibi bir süreç izliyoruz ancak kimlik bunalımıyla ilgili pek bir şey göremiyoruz. Keşke senaryo yazarımız basit veya küçük düşünmesiymiş demeden edemiyoruz. Self\less, Seconds'ın mirasını yiyor. Onun üzerine yeni hiçbir şey koyamadığını söyleyelim.

İnsanoğlu ölümsüzlük arayışından vazgeçmiyor 

Korku ve bilimkurgu sineması ölümsüzlük temasıyla yakından ilgilidir. Korku sineması ölümsüzlüğü çoğunlukla vampirizmle, bazen de voodoo büyüsünün olanaklı kıldığı beden değişimini kullanarak işliyor. Bilimkurgu ise bu temanın derinlemesine ele alınabildiği yegane tür denilebilir. Ölümün bir hastalık olarak görülüp yenilmeye çalışılması veya yaşlılığın durdurulması gibi ilginç yollarla ölümsüzlük arayışı beyazperdede unutulmaz hikayelere konu oldu. Beden değiştirme ise oldukça uç bir örnek kabul etmek gerekiyor. Self\less’ta bu hakkı ise yalnızca toplumun çok küçük bir kesimini oluşturan milyarderler elde edebiliyor. Bunu tedavi giderlerini ödeyemediği için ölümden kaçamayan hastaların durumuna benzetebiliriz aslında. Yönetmen Singh, bu düzene bir eleştiri getirmediği gibi ölümsüzlükle de pek ilgilenmiyor. Beden değişiminin yaratıcısı ve uygulayıcısı -Albright- karakterimiz aracılığıyla sözde insanlık yararından bahsediliyor. “Einstein gibi dahilerin bir 50 yılı daha olsaydı neler yapardı?” sorusuna alınmak istenen cevapla insanlık yararı akla getiriliyor ama karakterimizin emelleri ışığında filmin bir “çılgın bilim adamı” hikayesine yakın durduğunu söyleyebiliyoruz.

Bilimkurgu\aksiyon tercihi ne kadar doğru? 

Self\less hikayesiyle ne kadar ilgiliye değer bir film olsa da, iddialı bir bilimkurgu olmadığı açık. Bu iddiasızlığın ana sebebi de tematik açıdan fazla bir şey sunamaması ve mevzusunu derinleştirmemesi. İlk 40 dakikalık dilimin ardından seyircisine merak edilecek pek bir şey bırakmayan bir filme dönüşüyor Self\less. Tesadüfe bakın ki, filmin aksiyona meyletmesi de ilk 40 dakikalık dilimin bitmesine denk geliyor. Bilimkurgu\aksiyon dediğimiz melezleşme genellikle seyir keyfi yüksek filmlere gebedir. Burada da ilgiyle izlenen bir örneğine şahit oluyoruz olmasına da, ölümsüzlük temasının ve beden değiştirmenin kişi üzerinde yaratacağını öngörebileceğimiz olası psikolojik etkilere oldukça yüzeysel düzeyde yer verilmesi neticesinde potansiyeli yüksek hikaye heba edilmiş. Aksiyon açısından bakarsak da çok dişe dokunur, akılda kalıcı bir sahne de söyleyemeyiz. Hikayenin biraz olsun felsefeye ve zeka dolu fikirlere veya u dönüşüne ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Daha komplike bir senaryo ile yola çıkılıp, daha sağlam bir aksiyonla da belki daha iyi olabilirdi Self\less.

Son söz: Tarsem Singh potansiyelinin çok altında filmler çekmeye devam ediyor. Ancak bu kez eksilerine rağmen görülmeyi hak eden bir film çekmiş. 6\10