Zack Snyder’ın ilk çizgi roman uyarlaması 300 Spartalı, Frank Miller’ın eserinden sinemaya adapte edildi. Görselliği ve aksiyonuyla büyük beğeni toplayan film, Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin bıraktığı boşluğu doldurma gayesindeydi. Epik fantezinin kodlarını baştan yazan Yüzüklerin Efendisi, hem epik dediğimiz türe hem de fantastik sinemaya canlılık getirdi. 300 Spartalı da epik fanteziye yakın durarak pastadan daha büyük bir dilim almaya çalıştı. Filme baktığımızda esasında içinde sadece adını duyabileceğimiz mitolojik tanrılar dışında fantastik bir şey yok. Snyder'ın, filmin öyle görünmesi için çaba gösterdiğini söyleyebiliriz. Perslerin birer canavar gibi yansıtılması bunun en açık göstergesi. Zaten bu bilinçli tercih filmin politik duruşunu da destekliyor. Çıkan tartışmaları eminim hatırlıyorsunuzdur. O tartışmalara girmeyelim ama Perslerin bu kadar vahşi, bu kadar ürkütücü çizilmesi filmin hanesine büyük bir eksi olarak yansıdığını da not düşelim. Sonuçta 300 Spartalı’nın devasa bir ordunun karşısına çıkması yeterince korkutucuyken, Persler için özel bir çalışma yapmanın bir gereği yoktu diye düşünüyorum. Yine de maskeli savaşçıların filmin görsel dokusuna katkısını belirtmeden geçmeyelim.
Tamamı yeşil ekran önünde çekilen 300 Spartalı, başarısının hakkını vermemiz gereken bir film. Spartalı 300 savaşçının, koca bir orduya karşı savaşı cesaret, fedakârlık, onur gibi kavramlar ekseninde seyircisini tam anlamıyla coşturacak bir anlatımla işleniyor. Cilalı görselliğini abartılı bulabiliriz ama sepya tonundaki görsel dokusu sinemada daha önce deneyimlemediğimiz türdendi. Kesilen kafa ve kolların havada uçuştuğu, fışkıran kanların perdeyi boyadığı film özellikle epik sinemayla Yüzüklerin Efendisi ile tanışmış yeni nesil sinemaseverleri etkiledi. Elbette genelleme yapmak doğru olmayacaktır. Sonuçta her kesimden seyircinin takdirini kazanmış bir film var karşımızda. Peki, 300 Spartalı’nın neden abartılmış bir film olduğunu söylüyoruz? Sebebi açık; filmin içi yeterince doldurulamamış. Bunun anlamı bir kahramanlık destanını alabildiğine görkemli bir şekilde beyazperdeye taşırken, hikâyenin o görkemin yanında sönük kalmasıdır. Bu sönüklüğün en önemli sebeplerinin başında da karakterlerin derinleştirilememesi geliyor. Türün akıllara kazınan örneklerine (Cesur Yürek, Gladyatör, El Cid vb.) bakarsanız, o filmlerin kalıcılığında ana karakterlerin nasıl bir rol oynadığını göreceksiniz.
Snyder, yetenekli bir yönetmen olsa da tecrübesizliğinin de etkisiyle tür adına bir 2000’ler klasiği yaratmayı başaramadı. Yeni nesil seyircinin istediğini tam anlamıyla verebildiği için 300 Spartalı onların gözünde bir Gladyatör olabilir. Ama bana kalırsa seyir keyfi yüksek, vizyon sahibi, iyi bir denemeden daha fazlası değil.
Alan Moore’un anarşist ruhlu ve olabildiğince gerçekçi çizgi romanı V for Vendetta, on yıl önce beyazperdenin yolunu tutmuştu. Altın dönemine giren ve ancak hepsi birbirine benzemeye başlayan çizgi roman uyarlamalarına taze bir soluk getirmesi beklenen V, bunu hemen hemen başardı denilebilir. Ama seyircinin ilgi ve beğenisi filmin ederinin çok üzerinde olduğunu da söylemek istiyorum. Şimdi neden öyle olduğuna bir bakalım. Totaliter rejimle yönetilen bir İngiltere portresi çizen filmde halkın arasından çıkan maskeli bir adamın, baskıya, zulme karşı başlattığı savaş sonsuza dek özgürlük vurgusuyla işleniyor. Bir devrimin ayak seslerini adım adım duyuyoruz. Yasakçı zihniyeti ve faşizmi kıyasıya eleştirip kurtuluşu anarşizmde arayan film, tam da sessiz kalabalıkların sesi olduğu için, içimizdeki anarşisti ortaya çıkardığı için çok sevildi. Seyircisini coşturan, galeyana getiren bir damar yakalayarak yeni nesil için klasik mertebesine erişti V for Vendetta. Kuşkusuz ki bunlar filmin artıları olarak kayıtlara geçmeli. Ama bana kalırsa bir sanat eserinin değeri eleştirdiği kavram veya düşünceleri eleştirebilme gücüyle ölçülmemeli sadece. Şu ana kadar bu kavramlardan aldığı güçle seyircisini arkasına alarak büyüyen bir filmden bahsettik. Sinemanın anlatım olanaklarını nasıl kullandığından, John McTeigue’nin ilk yönetmenlik denemesinde elindeki hikayeye ne kadar hakim olabildiği gibi konulara değinmedik. V for Vendetta’nın zayıf karnı da burası aslında. Senaryo yazarlarımız Wachowski kardeşler, bildiğiniz gibi bilimkurgu\aksiyon alanında ürün verdiler çoğunlukla. V for Vendetta’da iyi bir bilimkurgu\aksiyon çıkarabilmek için isteyebileceğiniz her şey var. Ancak bu formül başta senaryodan kaynaklanmak üzere pek tutmamış. Tutmamasının önemli bir sebebi de hikayenin bilimkurgu ayağının, maskeli kahraman ya da süper kahraman filmi tercihiyle heba edilmiş olması. Elbette hikayeye yaklaşım açısından bahsediyoruz.
Filme bir uyarlama olarak baktığımızda da Alan Moore’un karanlık atmosferi ve çizimleriyle büyüleyen eserinin görsel karşılığı aranırken Frank Miller’ın Sin City’si gibi bir çalışma yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çizgi roman beyazperde de canlanmalıydı adeta. Ayrıca yeni kuşak seyirciyi daha kolay yakalayabilmek adına aksiyonun ön plana çıkartılıp, V’nin amaca giden yolda kan dökmesi, şiddet uygulaması yani yöntemleri sorgulanmıyor. Çizgi romanın farkı da burada ortaya çıkıyor. V for Vendetta, daha ağırbaşlı ve sadık bir uyarlamayla karşımıza çıksaydı eminim overrated değil underrated diyecekti bir çoğumuz. Sonuç olarak sizler gibi benim de ilgiyle izlediğim ve takdir ettiğim V for Vendetta’nın başyapıt muamelesi görmesi, onu overrated olarak nitelendirmeme sebep oluyor.