2 Aralık 2019

Jigoku - Cehennem


Nabuo Nakagawa’nın Japon korku sinemasının kült klasiklerinden biri olarak kabul edilen çalışması Jiguku (Cehennem), kariyeri boyunca sayısız filme imza atmış yönetmenin başyapıtıdır. Japon sinemasında henüz korku geleneğinin oluşmadığı bir dönemde Nakagawa’nın tasarlaması ve hayata geçirmesi oldukça zor bir projeye giriştiğini söyleyebiliriz. Sinemaseverler açısından baktığımızda ise seyretmesi ve hazmetmesi hiç kolay olmayan, zorlayıcı bir deneyim olarak bakabiliriz bu filme. Budizm’deki Cehennem anlayışını ve inanışını temel alan Jigoku, korku tutkunlarının dahi içini karartacak, dehşete düşürebilecek kadar başarılı bir korku filmi. 

Yönetmen Nakagawa’nın klasik hikâyeleme metodlarının dışına çıkmadan çektiği Jigoku için sıra dışı tanımını kullanıyorsak, bunu büyük ölçüde filmin olay akışına borçluyuz. Shiro ve arkadaşı Tamuro, sarhoş bir adama çarparak ölümüne sebep olurlar. Bu kaza adeta yangını başlatan ilk kıvılcımdır. Ölüm, karakterlerimizi çepeçevre sarar. Filmin ilk bir saatlik dilimi boyunca her bir karakterimizi bekleyen kötü son aslında bir başlangıçtır. Zira Jigoku’nun ilk bir saati Cehennem’e yapılan hazırlıktır. Zira ölümler hem karakterleri hem de seyirciyi ne kadar hazırlıksız yakalıyorsa, kendimizi bir anda Cehennem’in ortasında bulmamız da o kadar hazırlıksız yakalıyor bizi. Filmi iki parçaya ayırıp incelemek gerekiyor. Cehennem’e daha sonra değineceğiz. İlk bölümün amacı, ikinci yani ana bölüm için bir hazırlık dememizin sebebi; karakterlerin tanıtılması, birbirleriyle ilişkilerinin örülmesi, derinleştirilmesi ve neden Cehennem’i boyladıklarının anlatılması diyebiliriz. Zaten filmin açılış kısmında “Bu hikâye, bu dünyaya ait olmayan şeylerin hikâyesidir.” cümlesi kullanılarak ana bölümün Cehennem olduğuna dikkat çekiliyor. 

Normal şartlarda bir filmde olayların çok hızlı gelişmesi -Mustang örneğinde olduğu gibi- o filmin aleyhine işler. Seyircinin hızlı olay akışı içinde düşünme fırsatı bulamaması, olayların karakterlerin önüne geçmesi hem filmle hem de karakterlerle kuracağımız bağın zayıf olmasına neden olur. Jigoku ise hızlı ve bir o kadar da şaşırtıcı olan olay akışından olumsuz etkilenmemeyi başarıyor. Nakagawa’nın yan karakterleri dahi titizlikle yarattığını, kısa bir zaman almalarına rağmen yan karakterlerin de sahici durduklarını görüyoruz. 

Yönetmen Nakagawa, Jigoku’da insanoğlunun ahlaksızlığını, vicdansızlığını ve hatta tüm kötü yanlarını mercek altına almış. Seyir boyunca tek tek karakterlerimizi Cehennem’e düşüren sebepleri sorguluyoruz. Nakagawa cinayet işleyenle, cinayetin üstünü örteni aynı kefeye koyuyor, aynı oranda suçlu buluyor. Tüm kurgu Budist öğretileri üzerinden gittiğinden karakterlerin hal ve davranışlarını, içine düştükleri durumlar karşısındaki tavırlarını yadırgamamamız gerekiyor. Esasında Japon kültürüne ve Budizm’e aşina olmak gerekiyor. Filmin adalet kavramının, ilahi adaletin tecelli etmesi şeklinde ele alındığını söyleyebiliriz. Çünkü ilk bölümde insanların yaptıkları tüm kötülükler cezasız kalıyor. Kötülük yapanlar Cehennem’e düşüyor. Cehennem’e düşenler de suçlarının derecesine göre çeşitli işkencelere maruz kalıyor. 

Jigoku’nun dünyasında Tanrı’ya yer olmaması Budizm inancının bir sonucu. Tanrı’sız bir Cehennem düşüncesi ve tasviri zaten filmi izlemek için tek başına önemli bir sebep veriyor. Günümüzde Hollywood filmlerinde (Costantine, What Dreams May Come) birbirinden ilginç Cehennem betimlemeleriyle karşılaşıyor olsak da hiçbirinin Jigoku’nun kısıtlı imkânlarıyla ulaştığı seviyenin yanından bile geçemediğini düşünüyorum. Nakagawa, öyle boğucu, öyle kasvetli bir Cehennem tasvir ediyor ve öyle sert sahneler çekiyor ki, hayran olmamak elde değil. Budizm’in Cehennem anlayışının görsel karşılığını bulmakla yetinmeyen, estetik kaygılar gözeten ve belki de en gizli korkularımıza seslenen Jigoku’yu yönetmenin meydan okuması olarak da görebiliriz. Cehennem’i görselleştirirken özellikle yeşil ve kırmızı tonlara -bazı sahnelerde birlikte kullanıyor- ağırlık veren yönetmenin, hem Cehennem’i tasarlarken hem de kimi işkence yöntemlerinde Dante’nin Cehennem’inden esinlendiğini net bir biçimde görüyoruz. 

Karakterlerimizin Cehennem’e düşmeleriyle birlikte oranın hükümdarı Enma ile tanışıyoruz. İnsanları dünyada işledikleri suçlara göre Cehennem’in hangi kısmında ceza çekeceğini söyleyen bu karakter için bir Şeytan temsili yorumunda bulunabiliriz sanırım. Çünkü kendisini Cehennem’in tanrısı olarak tanıtıyor. Daha önce de değindiğimiz gibi Tanrı’sız dünya tahayyülünü de hesaba katarak, o boşluğun Cennet ve Cehennem’de birer Tanrı yaratılarak doldurulduğu kanısına varabiliriz. Cehennem’in derinlerine inmeye başladıkça filmin seyri de gittikçe zorlaşıyor. Bu zorluğun sebebi cezaların ağırlaşması… Öyle ki, kaynar kazanlarda haşlanan insanlar, testereyle parçalananlar, derisi yüzülenler ve daha neler neler… Ancak tüm bu korku dolu sert sahnelerin yanında, iç burkan bir müzik eşliğinde dramatik anlara şahit oluyoruz. Yönetmen, korkuya kesif bir hüzün de katarak seyircisinin kendisini kötü hissetmesi için elinden geleni yapıyor. Cehennem’in kasveti ve türlü işkencesi seyirciyi korkutmak için yeterli olsa da filme değer katan şey dramatik yapısının sağlamlığı diyebiliriz. Bunu da karakterlerin kendi gerçekleriyle yüzleşmesine ve filmin hüznünde bağlamak gerekiyor. 

Jigoku’yu izlemeden önce gördüğünüz tüm korku filmlerini aklınızdan çıkarın! Zira bu film onlardan biri değil. Nakagawa, korkutmaktan ziyade seyircisine azap çektiriyor.