Slovenyalı yazar Vladimir Bartol’un 1938’de yazdığı Alamut, yazarın başyapıtı olarak kabul edilen bir klasiktir. Bartol’un uzun araştırmalar sonucunda tamamlayabildiği Alamut, bizi yakından ilgilendiren tarihsel gerçeklere dayalı kurgusal bir eser. Emellerine ulaşabilmek için kendisini peygamber ilan eden efsanevi lider Hasan Sabbah’ın ve Alamut Kalesi’nde yarattığı sahte cennetle kandırdığı, gözlerini bile kırpmadan ölüme koşabilen fedailerinin hikayesi nedendir bilinmez hala sinemaya uyarlanmadı.
Hikaye
Hikaye 11. yüzyıl İran’ında, kendini peygamber ilan eden Hasan Sabbah’ın, seçilmiş bir grup insanı intihar suikastçısına dönüştürerek bölgede hakimiyet kurmak için çılgınca ve aynı zamanda zekice bir plan tasrladığı Alamut Kalesi’nde geçmektedir. Güzel kadınların, yemyeşil bahçelerin, şarap ve haşhaşın göz boyadığı sanal bir cennet yaratan Sabbah, genç savaşçılarını emirlerine uydukları takdirde bu cennete gidebileceklerine inandırır. Kendilerini onun yoluna adayan, ölmeyi de öldürmeyi de göze almış olan bu küçük orduyla hükümdar sınıfına gözdağı verebileceğini düşünür.
Uyarlamayla ilgili zorluklar
Alamut, hakkıyla sinemaya uyarlanması zor bir roman. Ancak bu zorluk ne Bartol’un anlatısından kaynaklanıyor ne de hikayeden… Romanı uyarlamak için en uygun ülkelerin İran ve Türkiye olduğunu düşünüyorum. Fakat ülke sinemalarını düşününce tarihi veya epik hikayeleri tam bir hakimiyetle kotarabilecek bir yönetmen olmadığını da biliyorum. Bu sebeple olası bir uyarlamadan çok da ümitli değilim. Bu noktada farklı kültürlere ait tarihi olaylara, savaşlara, efsanelere veya önemli kişiliklerin biyografilerine el atmaktan geri durmayan, oryantalizme sıcak bakan Hollywood akla geliyor. Bu seçeneğin de üzerinde çok duramıyorum çünkü romanın zengin alt metni ve felsefesinin uçup gitme ihtimali çok yüksek. Geriye kalan son seçenek bir ortak yapım… İran ve birkaç Avrupa ülkesinin ortaklığında, roman auteur bir sinemacının ellerine teslim edilirse başarılı bir film izleyebiliriz.
Neden uyarlanmalı?
Öncelikle zengin karakterleri ve bir veya iki ana karaktere bağlı kalmayan yapısı sebebiyle heyecan verici bir tarihi filme dönüşebileceği için diyebiliriz. Hasan Sabbah’ın felsefesi, keskin zekası ve hayal gücüyle sinemanın unutulmaz karakterlerinden birine dönüşme ihtimali var. Elbette o rolün altından kalkabilecek, karizmatik bir oyuncuya emanet edildiği takdirde.. Öte yandan hikayenin İslam başta olmak üzere dinler hakkında söyledikleri, dinin politik emellere nasıl alet edilebildiği, inancın iyi ya da kötü insanoğlu üzerinde ne kadar etkili olabildiğini göstermesi bugünkü İslami terör olaylarıyla da ilişkilendirilerek görselleştirilebilirse alt metni zengin bir film izleyebiliriz. Fedailerin işkence ve ölüm korkusuyla birer canlı bombaya dönüşme sürecine paralel olarak, cennet erişme arzusuyla tam bir teslimiyetle ölüme koşmaları oldukça sinematik duruyor. Dogmatik inançları eleştiren metin temelde bir gencin hakikat arayışının hikayesidir. Film de -hakikat arayışı öne çıkartılacaksa- o genç yani İbni Tahir karakteri merkeze alınarak çekilebilir. Romanla filmin anlatısı arasında olabilecek en mantıklı ayrım da bu olacaktır. "Hiçbir şey gerçek değil, her şey mübah" anlayışını düstur edinen Hasan Sabbah'ı ve tarikatının iç yüzünü beyazperdede görmek ilham verici olacaktır. Haşmetli Alamut, sahte cennet bahçeleri ve huriler, gücünü gerçekliğinden alan hikayenin görselleştirilmeyi bekleyen hoş detayları sadece. 300 Spartalı gibi kahramanlık hikayelerinin sinemada görkemli yapımlarla canlandığı bir dönemde, 30 bin kişilik Selçuklu ordusuna şeytani zekasıyla kafa tutan Hasan Sabbah ve fedailerinin hikayesi yeni neslin ne kadar ilgisini çeker bilemem ama tarihe meraklı bünyelere ilaç gibi geleceği kesin.
Hikaye
Hikaye 11. yüzyıl İran’ında, kendini peygamber ilan eden Hasan Sabbah’ın, seçilmiş bir grup insanı intihar suikastçısına dönüştürerek bölgede hakimiyet kurmak için çılgınca ve aynı zamanda zekice bir plan tasrladığı Alamut Kalesi’nde geçmektedir. Güzel kadınların, yemyeşil bahçelerin, şarap ve haşhaşın göz boyadığı sanal bir cennet yaratan Sabbah, genç savaşçılarını emirlerine uydukları takdirde bu cennete gidebileceklerine inandırır. Kendilerini onun yoluna adayan, ölmeyi de öldürmeyi de göze almış olan bu küçük orduyla hükümdar sınıfına gözdağı verebileceğini düşünür.
Uyarlamayla ilgili zorluklar
Alamut, hakkıyla sinemaya uyarlanması zor bir roman. Ancak bu zorluk ne Bartol’un anlatısından kaynaklanıyor ne de hikayeden… Romanı uyarlamak için en uygun ülkelerin İran ve Türkiye olduğunu düşünüyorum. Fakat ülke sinemalarını düşününce tarihi veya epik hikayeleri tam bir hakimiyetle kotarabilecek bir yönetmen olmadığını da biliyorum. Bu sebeple olası bir uyarlamadan çok da ümitli değilim. Bu noktada farklı kültürlere ait tarihi olaylara, savaşlara, efsanelere veya önemli kişiliklerin biyografilerine el atmaktan geri durmayan, oryantalizme sıcak bakan Hollywood akla geliyor. Bu seçeneğin de üzerinde çok duramıyorum çünkü romanın zengin alt metni ve felsefesinin uçup gitme ihtimali çok yüksek. Geriye kalan son seçenek bir ortak yapım… İran ve birkaç Avrupa ülkesinin ortaklığında, roman auteur bir sinemacının ellerine teslim edilirse başarılı bir film izleyebiliriz.
Neden uyarlanmalı?
Öncelikle zengin karakterleri ve bir veya iki ana karaktere bağlı kalmayan yapısı sebebiyle heyecan verici bir tarihi filme dönüşebileceği için diyebiliriz. Hasan Sabbah’ın felsefesi, keskin zekası ve hayal gücüyle sinemanın unutulmaz karakterlerinden birine dönüşme ihtimali var. Elbette o rolün altından kalkabilecek, karizmatik bir oyuncuya emanet edildiği takdirde.. Öte yandan hikayenin İslam başta olmak üzere dinler hakkında söyledikleri, dinin politik emellere nasıl alet edilebildiği, inancın iyi ya da kötü insanoğlu üzerinde ne kadar etkili olabildiğini göstermesi bugünkü İslami terör olaylarıyla da ilişkilendirilerek görselleştirilebilirse alt metni zengin bir film izleyebiliriz. Fedailerin işkence ve ölüm korkusuyla birer canlı bombaya dönüşme sürecine paralel olarak, cennet erişme arzusuyla tam bir teslimiyetle ölüme koşmaları oldukça sinematik duruyor. Dogmatik inançları eleştiren metin temelde bir gencin hakikat arayışının hikayesidir. Film de -hakikat arayışı öne çıkartılacaksa- o genç yani İbni Tahir karakteri merkeze alınarak çekilebilir. Romanla filmin anlatısı arasında olabilecek en mantıklı ayrım da bu olacaktır. "Hiçbir şey gerçek değil, her şey mübah" anlayışını düstur edinen Hasan Sabbah'ı ve tarikatının iç yüzünü beyazperdede görmek ilham verici olacaktır. Haşmetli Alamut, sahte cennet bahçeleri ve huriler, gücünü gerçekliğinden alan hikayenin görselleştirilmeyi bekleyen hoş detayları sadece. 300 Spartalı gibi kahramanlık hikayelerinin sinemada görkemli yapımlarla canlandığı bir dönemde, 30 bin kişilik Selçuklu ordusuna şeytani zekasıyla kafa tutan Hasan Sabbah ve fedailerinin hikayesi yeni neslin ne kadar ilgisini çeker bilemem ama tarihe meraklı bünyelere ilaç gibi geleceği kesin.