Hiroshi Teshigahara ile Kobe Abe, 60’lı yıllarda birbirlerine
tutunarak uluslar arası üne kavuştu. İki isim de kariyerlerine 60’larda başladı
ve edebiyat-sinema birlikteliğinin en göz alıcı örneklerinden birini
sergilediler. Kobe Abe’nin ilk romanı Kumların Kadını (Suna no onna)’nı
sinemaya uyarlayan Teshigahara, Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü aldı.
Biri hikâye olmak üzere dört Kobe Abe uyarlaması yapan Teshigahara’nın
başarısının sırrı, Abe’nin eserlerinde yarattığı kabusvari atmosferin ve
karakterlerin psikolojik tahlillerinin görsel karşılığını bulabilmesinde
yatıyor. Abe romanlarının ruhuna sadık kalması ve metinsel anlamda tatmin edici
bir çalışma yapılmasını da göz ardı etmemek gerekiyor. Teshigahara’nın üçüncü
Kobe Abe uyarlaması Tanin no kao (Bir Başkasının Yüzü), yönetmenin tematik
anlamda en zengin filmi diyebiliriz. Kimlik bunalımı, yalnızlık, bilim ve etik,
bilim insanının yaratısıyla ilişkisi, dönüşüm, savaş paranoyası ve savaş
sonrasının Japonya’sı gibi birçok alt başlık açılarak inceleyebileceğimiz bir
başyapıt Tanin no kao.
Teshigahara filmde; kendi hatası sonucu çalıştığı fabrikada
kaza geçiren ve yüzü tanınmayacak hale gelen Okuyama adlı bir adamın, bu yeni
durumla birlikte hayatını sorgulamasının, gerçeğinden ayırt edilemeyen yeni
yüzüyle (doktoru bir başkasının yüzünden elde ettiği maskeyle onu topluma
kazandırıyor) yeni bir hayata başlamasının ve dönüşümünün hikâyesini anlatıyor.
Bir Başkasının Yüzü’nü ana karakterimiz Okuyama, ona yeni biri olabilme imkanı
sunan doktoru ve Japonya’ya atom bombası atılması sonucunda yüzü deforme olan
bir genç kız üzerinden okumak gerekiyor.
İş hayatında ve toplumsal hayatta saygı gören Okuyama,
geçirdiği kaza sonucunda saygınlığıyla birlikte özsaygısını da yitiriyor. Aşağılık
kompleksine kapılıyor. Toplumun saygı gören bir bireyinin, bir anda kendisini
canavar olarak tanımlamasına sebep olacak bir değişim geçirmesinden
bahsediyoruz. Yüzünü tanınmayacak hale gelen Okuyama’nın psikolojisini anlamak
zor olmasa gerek. Kendisini sürgünde hissediyor Okuyama. Artık kimsenin onu
tanıyamayacak olması derin bir üzüntü duymasına neden oluyor. Okuyama’nın eşiyle
(adını öğrenemiyoruz) ilişkisinin eskisi gibi olamayacağını anlarken,
aralarında geçen konuşmalar da ana karakterimizin halet-i ruhiyesini net bir
biçimde anlamımızı sağlıyor. Yönetmen Teshigahara, yüzümüzün ruhumuza açılan
bir kapı olduğunu, yüz kapandığında ruhun da kapanacağını söylüyor. Okuyama’ya
olan da bu. Kabuğuna çekiliyor, ruhunu çürümeye terk ediyor. Bir canavar ruha
dönüşene dek… Okuyama’yı yeni bir insana dönüştüren maskeyle birlikte film de
bilimkurguya açılıyor. Ancak oraya gelmeden önce bir canavara dönüştüğüne
inanmaya başlayan Okuyama’nın esas dönüşümüne bir bakalım. Yeni yüzüyle tekrar
topluma karışan Okuyama’nın kişiliğinin değişmeye başladığını görüyoruz. Yeni
kıyafetler alıyor, tarzını değiştiriyor. Hiç kimse olmanın ayrıcalığını
yaşıyor. Önce kendisine yabancılaşmaya başlıyor. Fark edemese de kişiliği değişiyor.
Maskesi ona yeni bir kimlik verirken, fiziksel değişim ruhsal değişimi de
beraberinde getiriyor ve onu yeni bir insana dönüştürüyor. Yaşadığı kimlik
karmaşasının üstesinden gelmekte zorlanıyor. “Ben kimse değilim” dediğini
duyuyoruz. Sonuçta Okuyama’nın bilimin kurbanı olduğunu söyleyebiliriz.
Tanin no kao’yu bilimkurgusal açıdan ele alacaksak, bunu
kişiliği değiştirebilen bir maske icat eden psikiyatrist karakterimiz üzerinden
yapmamız gerekecek. Önemli bir insanlık kuralını ihlal ettiğinin farkında olan,
buna rağmen insanlık yararı, başarabileceğine inanma ve de yaratma gücü gibi
birbirinden farklı motivasyonlarla hareket ettiği için etik değerleri bir
kenara bırakarak canlı bir maske yaratıyor bilim insanımız. Yeni yüzlerlerle
insanların kimliklerini değiştirerek kimliksiz bir toplum yaratma düşüncesi,
ilk bakışta çılgınca geliyor ve karakterimizin bilimkurgu filmlerinde sıkça
karşımıza çıkan klasik bir ‘çılgın bilim insanı’ olduğu fikrine kapılıyoruz.
İsimsiz karakterimiz çılgın fikirlere sahip olsa da son derece aklı başında ve
ne yaptığını biliyor. Ailesiz, arkadaşsız ve düşmansız bir dünya düşleyen
psikiyatrist, böylece suçu ortadan kaldırabileceğine, insanlara sınırsız
özgürlük verebileceğine inanıyor. Motivasyonu insanlık yararı olduğu için
Okuyama’yı kobay olarak kullanmaktan çekinmiyor. Kimliksiz bir toplum
yaratmanın sorunları çözebileceğine inanıyor, sorunları çözmek şöyle dursun bu
yeni durumun kaosa neden olabileceğini göremiyor. Psikiyatristin yaratma
gücünün esiri olduğu sonucuna varabilir, bu gücün gerçekleri görmesini
engellediğini düşünebiliriz. Tanin no Kao’yu bireyin kimlik sorunuyla
ilgilenen, ayrıksı bir dönüşüm hikâyesi anlatan ve dramatik yanı ağır basan bir
bilimkurgu olarak tanımlayabiliriz.
Teshigahara, ilk yarım saatlik dilimin ardından ana hikâyeyi
destekleyecek bir yan hikâye anlatmaya başlıyor. Atom bombası patlaması
sonucunda yüzünün yarısı deforme olan bir genç kızın hikâyesi… Kızın aklında hep savaş var. Her an yeni bir
savaş çıkabileceğini, aynı acıları tekrardan yaşayacağını düşünüyor. Savaş
paranoyasına, yüzü deforme olduğu için toplumdan dışlanması da ekleniyor.
Sevgiyi hayatta kalan tek yakını erkek kardeşinde arıyor. Teshigahara, bu genç
kız ve akli melekelerini yitiren diğer hastalar üzerinden Japon toplumunun
savaşın yarattığı travmayı atlatamadığını, geleceğe umutla bakamadıklarını
söylüyor. Bununla birlikte ülkede Okuyama gibi birçok insan olduğunun da altı
çiziliyor. Teshigahara, insanların bedenlerinde açılan yaraların, ruhlarında da
onarılmaz yaralar açtığını söylüyor. Yönetmen, bu genç kız ile ana karakterimiz
Okuyama arasında bir paralellik kurarken, bakış açılarındaki farklılığa dikkat
çekiyor. Genç kız, toplumsal hayata dâhil olabiliyor. Yüzünün yaralı kısmını
saklama ihtiyacı hissetse de, insanlar gördüğünde kabullenmişliğini ve tepkisizliğini
anlayabiliyoruz. Toplumda ve iş hayatında statü sahibi olan Okuyama ise nefretini
her fırsatta dışavuruyor, sakin kalamıyor.
Teshigahara’nın gerek Okuyama’ya gerekse de Psikiyatrist karakterine kurdurduğu cümleler oldukça etkileyici. Genç kızın sessizliği de diğer karakterlerimizin cümlelerine eş değer bir etkiye sahip. Zaten Kobe Abe’nin metni filmin sağlam bir temel üzerine inşa edilebilmesini sağlarken, kitabın başarısı, uyarlamasındaki başarı sayesinde filmi bir klasiğe dönüştürüyor.