Wood Allen’ın daha çok deli dolu parodilerle geçen 70’li
yıllarının ardından 80’lerde Zelig ve bu yazıda bahsedeceğimiz The Purple Rose
of Cairo (Kahire’nin Mor Gülü) gibi büyük bir yaratıcılık gerektiren ve keskin
bir mizahla örülü olan başyapıtları çıkageldi. Ustaya en iyi orijinal senaryo
dalında Oscar adaylığı getiren ancak senaryo ödülünü Altın Küre’de kazanabilen The
Purple Rose of Cairo, Woody Allen’ın en iyi komedilerinden…
Amerika’nın büyük buhran yıllarını fon alan Allen,
hikayesinin merkezine eşi tarafından hor görülen, sevgiye aç bir kadını,
Cecilia’yı yerleştiriyor. Ana karakterini büyük bir açmaz içine sürüklüyor
başta. İşsiz kalıp sokaklarda sürten kocasını idare etmekten bunalan ve sonunda
işsiz de kalan sıradan bir kadının, sinemayı dertlerinden bir kaçış alanı
olarak görüp, bu büyülü dünyaya kendini kaptırması, Allen’ın zeka dolu
hamlesiyle hikayeyi fantastik bir boyuta taşıyor.
Cecilia, The Purple Rose of Cairo adlı filmi beşinci
izleyişinde filmin kahramanlarından maceraperest Tom Baxter’in dikkatini
çekiyor. Perdeden çıkıp Cecilia’nın yanına gelen film karakterimiz, özgürlüğünü
yaşamak istiyor. Tom Baxter, Cecilia ile aşkın ve özgürlüğün tadına bakarken,
filmin olağan akışı da sekteye uğruyor. Film bu noktadan sonra sinemada yaşanan
fantastik durumla hayal gücümüzün sınırlarını zorluyor. Sinema salonundaki
seyircilerle Tom Baxter’in dönmesini bekleyen diğer film karakterlerinin
atışmaları da bu anlardan sadece biri. Bir film karakterinin gerçek dünyayı
keşfederken yaşadıklarından hakiki bir komedi filmi çıkarmaya yetecekken, Allen
formunun zirvesindeyken eline geçen fırsatı kaçırmıyor. Hollywood stüdyo
sistemini de eleştiren yönetmen entelektüel birikimi ve mizah hakimiyetiyle
sınırlarını kendi belirlediği bir dünyada at koşturuyor diyebiliriz. Allen,
gerçeküstü bir dünyanın kapısını aralıyor aralamasına ancak ayakları yere basan
bir finalle noktalamasını da biliyor filmini.
Allen, film karakterlerinin kendi varoluşlarının farkında
olduğu bir yapı kuruyor. Çok geçmeden gerçek dünyaya adım atan Tom Baxter’e de
varoluşunu sorgulatan yönetmen, mizahı ön planda tutsa da filmin dramatik
yapısını ince ince örüyor. The Purple Rose of Cairo’da orijinal fikirlerin ardı
arkası kesilmiyor. Her on dakikalık dilimde yepyeni fikirlerle nereye
varacağını kestiremediğimiz bir sona doğru gidiyoruz. Allen’ın sinema ve gerçek
hayatı iç içe geçirme, sınırları kaldırma düşüncesi daha sonra benzer bir
formülü televizyona uygulayan Pleasantville gibi başyapıtların da öncüsü
konumuna getiriyor bu filmi.
İnsanın o sahte dünyaya duyduğu hayranlığın ve o dünyanın içinde varolabilme düşüncesinin bir tür dışa vurumu olan hikayesiyle The Purple Rpse of Cairo, sinema sevgisini kalbinizde hissedeceğiniz bir Woody Allen başyapıtı.