4 Eylül 2024

9 Adımda Stanley Kubrick Sineması


Yönetmenlik sanatını aşılması imkansız bir noktaya taşıyan isimlerin başında, ustaların ustası Stanley Kubrick geliyor. Kariyerine sığdırdığı 13 filmle derin izler bırakan, yeni kuşak sinemacıları etkilemeye devam eden Kubrick’in başarısının ardındaki sır neydi? Başarısının ne kadarını dehasıyla açıklayabiliriz, bunu hiç düşündünüz mü? Bu yazıda Kubrick sinemasının belli başlı özelliklerine değinip, yönetmeni özel kılan neydi, ana hatlarıyla onu anlatacağım.

1- Edebiyat uyarlamaları

Gözlerden uzak bir yaşam süren Kubrick, film çekmediği zamanlarda vaktinin büyük kısmını okuyarak geçiriyordu. Aslında bu dönemler için, ünlü yönetmenin yeni filmi adına hikaye arayışı içine girdiği zamanlar da denilebilir. Hep yeni şeyler denemek istediğinden aradığı hikayeyi bulması zor oluyor ve filmleri arasındaki zaman dilimi de gittikçe uzuyordu. Kubrick, ne kadar yaratıcı bir yönetmen olursa olsun kendi hikayelerini yazan, özgün senaryolara imza atan biri değildi. 13 filminin 11’i edebiyat uyarlamasıydı. Evet, Kubrick belki kendi hikayelerini yazmıyordu ancak uyarlamasını yapacağı kitabın senaryolaştırılması aşamasında etkin bir rol üstleniyordu. Senaryoyu bazen kendi yazıyor, çoğunlukla da başka senaristlerle birlikte çalışıyordu. Kubrick’in, uyarlayacağı kitabın haklarını satın aldıktan sonra düşündüğü tek şey, okurken kafasında kurguladığı filmi çekebilmekti. Bu yüzden uyarlama aşamasına mutlaka müdahil oluyor, hatta gerekirse hikayeyi büyük oranda değiştirebiliyordu.

2- Gerçekçiliği

Kubrick filmlerinin en belirgin özelliklerinden biri de alabildiğine gerçekçi oluşlarıdır.  Kubrick, gerçeğe en yakın planı yakalamak ister ancak birincil amacı bu değildir. Seyircinin filmin içine girebilmesi, yarattığı dünyayı daha iyi algılayabilmesi, o havayı soluyabilmesi için çaba sarf eder. Barry Lyndon’da tamamen doğal ışık kullanma kararı buna iyi bir örnektir. İç mekanlarda ya dışarıdan gelen ışıkla yetinmiş ya da mum ışığında çekim yapmıştır. 2001: A Space Odyssey’de uzayın sessizliği, Full Metal Jacket’ın ikinci yarısında kurulan oldukça gerçekçi setler ve savaşın askerler üzerinde yarattığı tahribatın görsel karşılığının tam anlamıyla bulunabilmesi gibi birçok örnek verilebilir. Toparlarsak söylemek istediğim; Kubrick’in gerçekçi yaklaşımı sadece hayatın içinden sıradan anları resmettiği zamanlarla sınırlı olmadığı.

3- Duygulara yer yok!

Spielberg filmleri ne kadar duygusalsa, Kubrick’inkiler de bir o kadar duygu yoksunudur. Ancak filmlerinde duygulara yer vermemesi üzerinden olumsuz bir çıkarım yapmak söz konusu bile değil. Filmlerinin soğuk oluşu Kubrick sinemasının en karakteristik özelliklerinden biridir. Bu, zaman zaman Kubrick karakterleriyle seyircisinin özdeşlik kurmasını, empati yapmasını zorlaştırır. Dolayısıyla da Kubrick filmleri neden zor sorusuna verilebilecek cevaplardan birinin karakterler ile aramızdaki aşılmaz mesafe olduğu söylenebilir. 2001: A Space Odyssey’de insanoğlunun evriminin bir sonucu olarak makineleşen insan teması işlenir. A Clockwork Orange’da Alex De Large, deney aşamasındaki bir tedavi yöntemiyle hissizleşir. Eyes Wide Shut’ta karı-kocanın sevişmesinde duygulardan eser yoktur. Full Metal Jacket’ta ise askerler öldürmeye programlanmıştır -hatta öldürmek için doğdukları kasklarına yazılmıştır- ve insanı insan yapan değerleri bir kez daha elinden alınmıştır.

4- Mükemmellik arayışı

Stanley Kubrick dendiğinde hemen hemen herkesin aklına gelen ilk şey yönetmenin mükemmeliyetçi oluşudur. Bir sahneyi 40-50 kez tekrarlayarak çekmesi ve bunu oyuncularından alabileceğinin en iyisini alabilmek için yapması yönetmenin nasıl bir mükemmeliyetçi olduğunu gösteriyor. Filmlerinin çok uzun çekim süreçleri de yönetmenin kılı kırk yarmasıyla ilgili şüphesiz. Kubrick’in mükemmeliyetçiliği hep sahne tekrarlama örneğiyle verilse de bu özelliğini filmlerinin her aşamasında görmek mümkündür. Mesela Barry Lyndon’da doğal ışık kullanmak istemesinin sonucu iç mekanlarda salt mum ışığı kullanılması gerekiyormuş ama bunu başarabilmek için uygun bir lens bulunmuyormuş. Kubrick girdiği arayışta Apollo’nun aya iniş programında kullanılması için yapılmış ve boşa çıkmış üç adet 50 mm.lik hareketsiz kamera lenslerini keşfetmiş. Lensler film kameralarına uyumlu değilmiş ve kameraya adapte edebilmek için 3 ay harcamış. Görüldüğü gibi mükemmele ulaşabilmek için her türlü fedekarlığı ve azmi gösteren bir sinemacıdır kendisi. Kontrol manyaklığının sebebi de mükemmeliyetçiliğidir. Bu iki özelliği birbirini tamamlar.

5- Kontrol manyağı

Mükemmele ulaşma isteğinin bir sonucu kontrol manyaklığıdır sanırım. Her şeyin kusursuz olması için çabalayan ve sonsuz bir özgüvene sahip olan Kubrick, filmlerinin her aşamasıyla yakından ilgilenen bir yönetmendi. Oyuncu seçiminden, teknik ayrıntılara dağıtımından kurgusuna ve hatta tanıtımına kadar her aşamaya müdahil olması ve son sözü söyleyen kişi olması, esasında başarısının ardındaki en önemli detaydı. Kendisiyle çalışanların zor bir yönetmen olduğunu söylemesinin altında da mükemmeliyetçiliğiyle kontrol manyaklığı yatıyor denilebilir.

6- Kendisini sürekli yenilemesi

Sürekli farklı türler deneyerek kariyerini sürdürmesinin altında yatan gerçek, kendisini sürekli yenileme, tekrara düşmeme düşüncesi olduğunu söyleyebiliriz. Art arda üç bilimkurgu filmi çekti (Dr. Stranglove, 2001: A Space Odyssey ve A Clockwork Orange) ancak üçü de tematik ve görsel anlamda birbirinden çok farklı işlerdi. Kubrick, yenilenmenin geçmişi terk etmeden ileri gitmek olması gerektiğini düşünüyordu. Sanatında bunu düstur edinmişti. Kubrick’i özel kılan ayrıntılardan biri de bu sözlerde gizlidir. Kubrick, aslında her filminde kendisini keşfe çıkıyordu. Neler yapabileceğini, sınırlarını ne kadar zorlayabileceğini görmek ona heyecan veriyordu. Hemen hemen her Kubrick filminin bir meydan okuma niteliğinde olmasının sebebi sinemayı bir deney alanına çevirmesidir.

7- Rahatsız edici filmler kuşağı

Bir Kubrick filmi izliyorsanız emin olabileceğiniz bir şey vardır: O da bir noktasında sizi mutlaka rahatsız edecek bir şeyler olmasıdır. A Clockwork Orange ve Full Metal Jacket gibi bazı Kubrick filmleri doğrudan provokatiftir ve diken üstünde bir seyir sunar. Ancak genel olarak tüm filmlerinin kendine has bir rahatsız ediciliği vardır. Mutlu ve klasik sonları sevmez Kubrick. The Shining gibi seyircinin beklentisine karşılık verdiği bir korku filminde dahi finalde huzur bulamayız. Eğer filmi kötücül bir sonla bitirmemişse, onun yerine mutlu bir son tecih etmemiştir. Soru işaretleriyle dolu ucu açık bir son izleriz ya da bir belirsizlikle noktalanır filmleri.

8- Sembolik anlatım ve saklı gerçekler

Kubrick, 2001: A Space Odyssey ile birlikte yeni bir döneme girmiştir. Bu bilimkurgu destanı, sinemada pek çok açıdan çığır açmasının yanında yoğun sembolik anlatımıyla da eşsizdir. Kubrick, derinlik yakalamak için sembolik anlatıyı yeğlemiş ve sinema varoldukça tartışılacak bir sanat eseri yaratmıştır. 2001 sonrasında da sembolizme sıkça başvurmuştur Kubrick. Hatta son filmi Eyes Wide Shut’ta daha da ileri gittiğini söylenebilir. Biraz araştırırsanız filmin birbirinden tamamen farklı iki okuması olduğunu göreceksiniz. Kubrick’in sembolizmin yanı sıra bazı filmlerinde yüzeydeki hikayenin altında başka bir hikaye daha doğrusu saklı gerçekleri anlattığı iddiası dikkate değerdir. Kubrick, The Shining’de Amerika’nın Ay’a çıkışının sahte olduğunu mu anlatmaya çalışıyordu? Bu iddia ve daha fazlası için Room 237 adlı belgesele göz atabilirsiniz.

9- Müzik kullanımı

Kubrick, 2001: A Space Odyssey’de klasik müzik tercih ederek, sinema-müzik ilişkisine yeni bir boyut kazandırmıştır. Genellikle bir sahneyi bazen daha heyecanlı, bazen daha korkutucu  kılmak ya da çoğunlukla duygunun seyirciye geçmesini sağlamak amacıyla kullanılan müzik, 2001 ile birlikte ilk kez bir filmin anlatımına doğrudan katkı yapan ve anlatıyı güçlendiren bir unsur olarak karşımıza çıkıyordu. Kubrick, Johann Strauss’un vals türündeki bestesi Mavi Tuna’sını dönüp duran uzay mekiğiyle eşleştirerek sahneye başka bir hava katmıştı. Ve Richard Strauss’un Also Sprach Zarathustra’sını tema müziği yaparak epik anlatıyı güçlendirmiş ve filme entelektüel bir derinlik katmıştır Kubrick. A Clokwork Orange’da da Beethoven’ın 9. Senfonisi’ni kullanılarak aynı etkinin yakalandığı söylenebilir. Kubrick, kurgu masasında müziğe göre görüntüyü kesebiliyordu. Bu, film müziği hazırlamada kullanılan geleneksel yöntemin tam tersiydi ve ancak Kubrick gibi bir sinemacıdan beklenebilecek bir yöntemdi.