80’ler korku sinemasından iyi-kötü olmasına bakmadan yakın zamanda tekrar göz attığım 5 korku filmi üzeri birkaç kelam etmek istedim. Zaman zaman istismar sinemasına da kayan oldukça sert korku filmlerine sahne olan 70’li yılların ardından 80’li yıllarla birlikte daha soft diyebileceğimiz korku filmlerinin üretildiği bir döneme girdiğimizi söyleyebilriiz. Korku-bilimkurgu, korku-komedi gibi melezleşmelerin arttığı, teen-slasher alt türünün patladığı 80’ler korku sineması bizim kuşak için hep özel kalacak sanırım. Ele aldığım beş film genel olarak dönemin eğilimlerinin birer ürünü diyebilriiz. Maniac, teen-slasher, Re-Animator bilimkurgu-korku melezi, Halloween III: Season of the Witch teen-slasher olmakla birlikte 80’li yıllardaki devam filmi furyasının enteresan bir örneği olarak tür içindeki yerini aldı.
Dressed to Kill (1980)
Brian De Palma’nın korku alanındaki en yetkin işi olduğunu düşündüğüm Dressed to Kill, çift kişilikli psikopat bir katil hikayesi anlatır. Ama bu filmi Alfred Hitchcock klasiği Pyscho üzerinden okumak gerekir. Hitchcock filmlerine saygı duruşunda bulunmayı seven, zaman zaman da Hitchcock’a öykündüğünü söyleyebileceğimiz De Palma, Dressed to Kill’de kendi Pyscho’sunu çekmiş diyebiliriz. Açılış ve kapanıştaki duş sahneleri ve asonsördeki cinayet sahnesiyle Pyscho’nun unutulmaz duş sahnesini selam duran De Palma, daha ileriye giderek başroldeki sarışın karakterini tıpkı Pyscho’daki gibi beklenmedik şekilde filmin ilk bölümünde öldürüyor. Filmdeki pisikopat katilin çift kişilikli bir katil olması ve bunun ortaya çıkışı De Palma’nın hünerli ellerinde selefini aratmaz bir gerilime sahne oluyor. Cinsellik, röntgencilik, kişilik bölünmesi, kadınlara biçilen rol gibi pek çok De Palma filminde görebileceğimiz temaların, yönetmenin biçimci üslubuyla kusursuz bir gerilimle kotarıldığı film, türün en iyi örneklerinden.
Re-Animator (1985)
Frankenstein hikayesinden esinlenilerek yaratılan Re-Animator, daha sonra üçlemeye dönüşen ama özellikle 1985 yapımı ilk filmiyle döneminin kült korkularından birine dönüşen başarılı bir yapım. Bilimkurgu ve korku sinemasından sıkça karşımıza çıkan çılgın bilim adamı ve onun çılgın amacı doğrultusunda ortaya çıkan kaosu anlatan hikayelerden biri var burada da.. Tıpkı Doktor Frankenstein gibi ölülere can vermenin bir yolunu bulan bilim adamı Herbert West’in amacı aslında insanoğlunun aşamadığı tek şey olan ölüme çare bulabilmek. Ancak kendi keşfi olan yeşil sıvıyı ölülere enjekte ettiğinde sonuç hiç de umduğu gibi olmuyor. Bir tür zombi yaratıyor Herbert. Ve elbette işler önünü alamayacağı bir noktaya doğru yol alıyor. Bilimkurgu ve korku türlerinin klas bir örneği olan Re-Animator, iddia edildiği gibi işin içine mizahı pek karıştırmıyor aslında. 80’li yıllara ait olması sebebiyle elbette dönemin korku-komedi akımından etkiler de taşıyor. Başarılı makyaj çalışması ve akıldan çıkmayacak birçok sahnesiyle görülmeyi fazlasıyla hak ediyor.
Maniac (1980)
John Carpenter’ın slasher türünün unutulmazları arasına adını yazdıran 1978 tarihli korku filmi Halloween’ın yakaladığı başarı 80’li yıllarda pek çok slasher veya teen-slasher’ın doğmasını sağladı. 1980’de çıkagelen Maniac da bunlardan biri. Çocukluğunda annesi tarafından cinzel tacize uğrayan Frank Zito, annesinden alamadığı intikamı genç kadınları öldürerek almaya çalışmaktadır. Öldürdüğü kadınların kafa derilerini yüzüp, evindeki mankenlerinin başına yerleştirir. Cinayet sahnelerinin başarılı bir şekilde kotarıldığı filmin en büyük eksiği polisiye örgüsünün olmaması diyebiliriz. Film, ne yazık ki psikopat katilimiz Frank’in birbirini takip eden cinayetlerinin dışına çıkamıyor ve Frank’i de yeterince derinlikli bir karakter olarak çizemiyor. Elbette filmin amacı Halloween sonrası patlayan bu furyadan nasiplenmek, dolayısıyla da böyle bir çaba içerisine girilmemiş. 2012'de aynı adla yeniden çekilen film, orijinal Maniac’ın tüm eksikliklerini kapıyor. Eğer ikisini de görmediyseniz önceliği yeniden yapıma verin, pişman olmayacaksınız.
The Beyond (1981)
İtalyan korku sinemasının Dario Argento ve Mario Bava ile birlikte en yetkin ismi olan Lucio Fulci’nin iyi filmleri arasında yer alan The Beyond, hikaye kurgusu açısından klasik bir korku filmi. Cehennemin 7 kapısından biri üzerine inşa edilen bir otel, Lisa adlı bir kadına miras kalır. Oteli işletmek isteyen Lisa, onarım çalışmalarına başlar. O sırada işçi ölümleri başlar ve lanet Lisa’ya kadar ulaşır… Gore ve şiddet içeren sahnelerde elini korkak alıştırmayan Fulci, The Beyond’da bu bakımdan oldukça formunda. Zaman zaman bakmakta zorlanacağınız sahneler çeken Fulci, lanet üzerine inşa ettiği filmi son bölümde bir tür zombi filmine dönüştürüyor. Sepya tonunda çekilen açılış sekansı başta olmak üzere akılda kalıcı sahneleri olan The Beyond, yine de türün müdavimleri dışında öneremeyeceğim ortalama bir korku denemesi.
Halloween III: Season of the Witch (1982)
Slasher türünün en uzun soluklu serilerinden biri olan Halloween filmlerinde Michael Myers’ın yarattığı dehşet ele alınır bilindiği gibi. Serisinin üçüncü filmi Season of the Witch’te ise Myers yok. Hatta filmin bir yerinde John Carpenter’ın klasikleşen ilk Halloween filminin Cadılar Bayramı gecesi yayınlanacağına ilişkin bir tv reklamı görüyoruz. Özetle bu filmi seriden bağımsız değerlendirmek gerekiyor. Cadılar Bayramı öncesinde Tv aracılığıyla insanları hipnotize edip ürettikleri çeşitli maskeleri sattıran Cochran adlı gizemli bir fabrikator ve babası onun adamları tarafından öldürülen bir kadınla olaya tanık olan bir doktorun sır perdesini aralama çabasının konu edildiği Season of the Witch, genel olarak serinin en zayıf halkası olarak karşılansa da korkutmayı da başaran dönemin ortalama korku filmlerinden esasında. Cadılık ve büyücülük gibi alanlara kayan Season of the Witch, bilimkurguya da göz kırpıyor. Bana kalırsa aldığı tüm olumsuz yorumlara rağmen bir şans verilmeli.