Bugün, “Turkish Star Wars” olarak ünü tüm dünyaya yayılmış, kült mertebesine erişmiş bir Türk bilimkurgusu olan Dünyayı Kurtaran Adam, varlığını 70’lerin sonunda başlayan Star Wars fırtınasına borçlu desek yanılmış olmayız. Senaryosunu filmin yıldızı Cüneyt Arkın’ın yazdığı, yönetmen koltuğuna ise fantastik Türk sinemasının önemli isimlerinden Çetin İnanç’ın oturduğu Dünyayı Kurtaran Adam’ı zaman içinde elde ettiği şöhretin ilginç hikayesiyle değil de filmin ne olduğu, ne yapmak istediği gibi soruların peşinden giderek değerlendireceğiz.
Uzay çağından galaksi
çağına!...
Dünyayı Kurtaran Adam’ın açılış sekansında anlatıcı ses
aracılığı ile bilgi bombardımanına tutuluruz. İlk öğrendiğimiz şey de çok çok
uzak bir gelecekte olduğumuz. Yüzbinlerce yıl sonrasından bahsediliyor. Uzay
çağından galaksi çağına geçildiği bilgisiyle tam olarak ne denmek istendiğini
anlayamasak da, daha sonra senarist Arkın’ın bir galaktik evren tasarladığını
anlıyoruz. Star Wars, Flash Gordon gibi uzay operalarının etkisiyle tutacağı
öngörüsüyle benzer bir tür filmine kalkışılmış. Bu evrene de Darth Vader ve
özellikle de Ming’den esinlenilerek yaratılan, gücü elinde tutan Sihirbaz adlı
bir kötü karakter yerleştirilmiş. Hedefi de bir türlü ele geçiremediği dünyayı
istila etmek…
Açılış kısmında verilen bilgilerden dünyamızın geleceği
hakkında her şeyi öğreniyoruz. Din-dil-ırk gibi ayrımların ortadan kalktığı,
tek dünya devletinin kurulduğu, nükleer çılgınlığın dünyamızı sona
yaklaştırdığı ve bunun sonucunda insanoğlunun ilk çağlardaki gibi basit yaşamaya
başladığı anlatılıyor. 70’li yılların post apokaliptik bilimkurgularının etkisi
de açıkça görülüyor. Ancak bu etki sözde kalıyor, filmin adı Dünyayı Kuratan
Adam olsa da, o dünyayı hiçbir zaman göremiyoruz (uzaydan görünüşünden
bahsetmiyoruz). Dünyamızın geçmişi ve geleceği anlatılırken Star Wars’tan
aşırılan görüntüleri izliyoruz. Aşırma konusuna daha sonra değineceğiz.
Dünyayı istila etmek
isteyen bir Sihirbaz!
Dünya dışında tüm gezegenlere hakim olan Sihirbaz’ın tek bir amacı
var: O da dünyaya sahip olabilmek… Önceki istila girişimlerinde başarısız olan
Sihirbaz’ın önüne Arkın’a göre evrenin en kıymetli canlı türü olan insan
çıkmış. İnsanoğlunun beyni ve iradesiyle dünyayı koruyan bir dış tabaka
oluşturduğu için öncelikli amaç insan beyninin sırlarını çözmek olarak
belirlenmiş. Az önce edindiğimiz bilgiden aradan geçen yüzbinlerce yılda
insanoğlunun nükleer savaşlar yüzünden yaşadığı teknolojik gerilemeye karşın,
zihinsel olarak “level” atladığını anlıyoruz. Hatta kollektif bir bilinçle
dünyayı savunduğumuzu dahi söyleyebiliriz. Bilinmeyen bir düşmanla mücadele
eden insanoğlu, savunmadan saldırıya geçiyor. Bu noktada iki Türk savaşçısı
düşmanı bulup, yok etmek amacıyla uzaya açılıyor. Evet, akıl tutulmasına sebep
olan açılış sekansını sonunda aşabildik ve maceramız başladı.
Kolajla kurtarılan (!)
bir fantazi
Filmin adını hiç duymadan izlemeye başladığınızı bir düşünün.
Çok geçmeden kendinizi “Ben bu filmi bir yerlerden hatırlıyorum ama
izlemediğime de eminim” gibi cümleler kurarken bulmanız olası. Çoğu Star
Wars’tan alınan-aşırılan uzay savaşı görüntülerini format ve renk farklılıkları
gözetilmeksizin kolajlayan yönetmen Çetin İnanç, bir de aynı görüntüleri tekrar
tekrar kullanmış. Aksiyon sahnelerinde o kadar ‘kesme’ yapmış ki, hızlı kurgu
başınızı döndürüyor. Başımızın dönmesinin tek sebebi kurgunun hızlı olması
değil, aynı zamanda filmin enterasan kurgu anlayışı diyebiliriz.
Star Wars meselesine dönersek, bugün başka bir filmden
görüntü aşırdığınızda hemen hırsızlıkla suçlanacağınızdan hiç şüpheniz olmasın.
O günün şartlarını düşünürsek, Çetin İnanç’ın Dünyayı Kurtara Adam’ı Star Wars
görüntüleri olmadan çekmesinin zor olduğunu ve ancak daha yerel ve minimal bir
anlayışla filmi kotarabileceğini söyleyebiliriz. Pek tabii Cüneyt Arkın’ın
senaryosu bu seçeneği olanaksız kılıyor. Dolayısıyla Çetin İnanç’ın başka bir
şansı yokmuş. Doğru olmamakla birlikte cesur bir girişimde bulunmuş. Filmin
adının ancak yıllar sonra yurt dışında duyulabilmesi ise tarafların mahkemelik
olmasının önüne geçmiş sanırım. Yönetmenle yapılan bir röportajda, Cüney
Arkın’ın “Farkına varırlar” dediği, Çetin İnanç’ın ise ona cevaben: “Varsınlar,
sonra benim ne yaptığımı anlayacaklar” dediğini biliyoruz. Buna ek olarak maddi
imkanları olsaydı başka filmlerden görüntü almalarına gerek kalmayacağını da
söylüyor yönetmen.
Mantık sınırları hiç bu
kadar zorlanmamıştı
Dünyayı Kurtaran Adam’da mantık sınırlarını zorlayan detaylar
ve birbiriyle çelişen ifadeler saymakla bitmez. Mesela Dünya binlerce yıl önce
atom savaşı neticesinde parçalanmış ve o parçalarda da hayat devam ediyor. Film
de zaten dünyanın parçalarından birini mesken ediniyor. Daha enteresan olansa dünyadan
gelip geçmiş farklı medeniyetlere ait yapıların (Mısır Piramitleri, Hacı Bektaş
Veli Türbesi vb.) nasıl ve neden buraya taşındığının\kopyalandığının
anlaşılamaması ve bir açıklama yapılamaması. Murat (Cüney Arkın)’ın kaya parçalarıyla
yaptığı antrenman da akıllara sezadır. Kaya parçalarıyla şut çekmesini Murat’ın
bir süper insan olmasına yorsak da, kayaların hedefini bulduğunda bir bomba
gibi patlaması sözün bittiği yere ulaştığımızı söylüyor. Örnekler
çoğaltabiliriz ama laf kalabalığı yapmanın lüzumu yok.
Çetin İnanç ve Cüneyt Arkın bilimkurgu çekerken fantaziye meyletmişler. Ancak kökleri Türk avantür film geleneğine uzandığından örnek aldıkları science fiction\fantasy ürünlerinden oldukça farklı bir iş ortaya çıkarmışlar. El ele verip, bir benzeri asla çekilemeyecek bir saçmalıklar silsilesi yaratmışlardır. Filmi kült mertebesine erişmesini sağlayan da budur. Bir kabile, bir kılıç ve bir beyin ile kendi mitolojisini yaratmaya çalışan, felsefe yapayım derken eline yüzüne bulaştıran, bir odak noktası olmadığından ortaya karışık bir bilimkurgu alt tür melezine dönüşen Dünyayı Kurtaran Adam’ı tüm eksiklerine ve kötü şöhretine rağmen seviyoruz.