4 Nisan 2014

Mandela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol


Mandela galiba film olamayacak biyografilerin başında geliyor. O kadar çok şey yapıp, o kadar bedel ödemiş biri ki sadece kronolojik bazlı bir anlatıma gidilmemeliydi. Yine de pozitifi de görmeye çalışalım. Idris Elba çok iyi bir oyuncu, potansiyeli olduğunu her sahne dikkati kendine çekerek gösteriyor. Filmdeki diğer oyuncular onun kadar iyi değiller hatta performansları vasatın altında bile sayılabilir. Peki bunları bırakıp Mandela ve özgürlük adına ne anlatabilirsiniz diye sorulsa çok fazla metaryal çıkar eminim. Belki günlerce belgesel izlemeli ve kitaplar okunmalı çünkü Mandela’yı anlatmak kolay bir şey değil. ANC günleri mi, tutsaklık günleri mi yoksa zor yıllardan sonra özgür olup ilk seçilen Cumhurbaşkanı olmak mı? “Mandela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol”da yönetmen tam olarak perspektifini bizimle paylaşmıyor. Hikayenin akmadığı, sürekli tıkandığı göze çarpıyor. Yönetmen kurguda bile bunu çözememiş. Bunun üstüne kronolojik bazlı bir anlatıya teslim edildiğinde Mandela resmen katledilmiş.

Burç Karabulut yazdı

Mandela’nın mücadelesine kuş bakışı…

Mandela’ya gelene kadar ki olan 300 filmini hatırlatan epik görünüşlü ucube sahnelerinin, kabile sahnelerinin filmle alakasını çözemesem de bir süre sonra olayların cereyan ettiği Güney Afrika’ya geliyoruz neyse ki. Mandela genç bir avukat olmuş. O günlerden itibaren ayrımcılığı kendine dert edinmiş. Hatta önünde birçok sıra olmuş siyah insanlar öylecene gösteriliyor. Buraya koca bir itirazım var aslında ama sonraya saklıyorum.

Gençliğine ve evliliğine dair her şeyi çok hızlı kuran ve gösterilen Mandela, hemen AUK (Afrika Ulusak Konseyi)’yi kurup mücadelesine başlıyor. Beyaz adam ile siyah adam arasındaki ilişki; baskıcı, terörist, zalim olan beyaz adama karşı mağrur, güçsüz bir siyah Afrikalı imgesi kullanılmış. Beyaz adamın katliamları gırla… Çoğu yerde bu sahneler tarihsel bağlamına da dönülerek, arşivdeki fotoğraflarla da birleştiriliyor ve bu filmin aslında film olmadığı da anlatılıyor (belki docudrama). Bu yaşananlar gerçektir klişesinin yerine fotoğraf ve gerçek görüntülerle filmi desteklemişler. Yaşananlar gerçek ama hikayeye yedirilememiş.

Yönetmenin elindeki malzeme bolluğundan bahsetmiştik. Filmin zamanı da çok mantıklıyken elindeki metaryali hikayeye hiç yediremeyen bir yapımla karşı karşıyayız. Arşivdeki fotoğraflar bunun en iyi örneği olarak göze çarpıyor. Sahne sahne atlanması, iyi kotarılmış çekimlere rağmen bir hikaye oluşamadığının kesin bir kanıtı. Hikayenin başı ve sonu var ama draması yok. Gördüğüm İdris Elba için sahneler seçilmiş ve o da oynamış. Mahkeme sahnesi, hapis sahneleri, anlamadığım şekilde her kesmenin arasında var olan getto sahneleri ve seçime giden süreç filmin tretmanları olurken senaryosu ve dramasını kuramamış. Örneğin; hapis sahnelerinde iradesini sergileyen Mandela, yeri geliyor ağaçlarla uğraşıyor. Hapis ev sahneleri de keza çok basit geçiliyor. Hikaye değil de film olsun da ne olursa olsun kafasıyla çekildiğine inanıyorum.

Niye izledik bu filmi? Mandela kitapları daha iyi

Birbirinden kopuk yer yer amatörce ama görsel olarak iyi kotarılmış Mandela, iradesini her sahnede gösteriyor. Maalesef bu irade, direniş ve mücadele azmine karşın yine de hikayede eksiklikler var. Madem politikacı oldun, rakiplerin olur. Düşmanların olur. Para, rüşvet döner. Nefret olur, hınç çıkar. Filmde bunlar yok. Bir İngiliz parlamentosu değil tamam ama her yerde rutin olur bu işler. Bu saydığım temalardan alt hikayeler çıkarıp filmi zirvede bitirebilirdi Chadwick. Yönetmen Chadwick, anlatamadığı hikayenin ve kuramadığı anlatısının ardından hemen bizi sonla buluşturuveriyor. Perspektif zaten yok. Mandela mı yoksa eşi mi anlatıyor hikayeyi diye kalakalıyor insan. Peki niye izledik bu filmi? diye soruyor insan. Harcanan araya, emeğe ve Weinstein'lere yazık olduğunu düşünüyorum. Mandela olarak o uzun yol yürüdü biz de ona eşlik ederek bu filmle upuzun bir sıkıntı çektik.