Düşler Diyarı, bir sinema başarısı desem herhalde abartmış olmam. Bir ilk filme göre derdini gayet iyi anlatan, nereye oturacağını baştan sona belli eden bir yapım. Yaptıkları her şirinlikle kendini sevdiren sempatik bir çocuk gibi sevimli ve sıcak bir film ortaya çıkarmış yönetmen. Düşler Diyarı'na (Beasts of the Southern Wild) geçmeden önce, yönetmen Benh Zeitlin'in 'meşhur' kısası Deniz'de Zafer'i (Glory at Sea!) biraz anlatmak gerekiyor. Çünkü iki film bize birbirinin tamamlayıcısı gibi iç içe geçen halka misali harika bir izleme deneyimi sunuyor. Öyle bir deneyim ki, deneyimlendikçe anlaşılan, elden bırakılmaz hale gelen bu iki küçük film bir dev haline geliyor.
Burç Karabulut yazdı
Burç Karabulut yazdı
Deniz'de Zafer: Benh Zeitlin sinemasının gelişimi
Deniz'de Zafer, Düşler Diyarı'nın öncülü olduğunu vurgularcasına kıyamet sonrası (post apokaliptik) bir yapı üzerine inşa ediliyor. Kıyamet filmi olmasına karşın oldukça şenlikli bir kısa. Öyle ümitsiz, yalnız, ıssız bir film değil. Benh Zeitlin'in bu kısası, onun denizle olan fetişini de yansıtıyor. Kasaba sakinleri yas tutmak yerine bir bot yapmaya karar veriyorlar. Tabii ki bu bot öyle modern inşa aletleriyle yapılmış bir bot değil hatta tam tersine, kereste, evden getirilen bir sürü eşyanın (daha çok hurdanın) birleşmesiyle bir garip botumsu (bota benzemeyen ama bot işlevi gören) bir taşıt ortaya çıkartıyorlar. Bu deniz üstünde giden taşıtla kasırgada kaybettikleri yakınlarını bulmayı umuyorlar. Düşler Diyarı'nda Katrina kasırgasının etkilerini görmek mümkün olsa da şiirsel bir film, büyülü bir gerçeklikle anlatılıyor. Deniz'de Zafer, umudun tekrar kazanılıp, zafere giden yolu gözler önüne seriyor.
Düşler Diyarı: Bir umut mücadelesinin büyüsü
Düşler Diyarı ise kıyametin insan eliyle çıkacağı fikrine dayanan bir film, yer yer küresel ısınmanın etkilerini de filmin estetiği içine başarıyla yediriyor. Yer yer şiirsel yer yer gerçek bu atmosfer için Benh Zeitlin'in çok bir şey yapması gerekmiyor. İnsanın doğaya karşı mücadelesinde çaresiz kalmasını filme ekleyen Düşler Diyarı, doyumsuz bir sinema macerasını da ekrana yansıtıyor. O da baş karakterimiz olan Cimcime'nin olaylara bakış açısıyla sağlanıyor. Cimcime'nin inancı şu yönde; dünya üzerinde her şey yerli yerinde doğru şekilde yerine oturmuş. En küçük parça bile tüm evreni etkileyebilir. Cimcime, büyülü, şiirsel hatta çocuksu bakışını hiç kaybetmiyor.
İradenin Zaferi
Deniz'de Zafer'in bir anlamda devamı olan film, Cimcime'nin masalsı dünyasından hareketle olayları yorumlaması ve bir yandan da babasının onu dirençli, güçlü iradeli bir insana çevirmeye çalışmasının macerasını da ayrıca konu alıyor. Yıkık evler, terk edilmiş mekanların, çaresiz kalmış insanların arasında yaşama tutunan Cimcime ve Wink'in sessiz bir şekilde mücadele azmiyle sürüp gidiyor. Wink tüm gücüyle kızını korumaya çalışırken, sadece gelmekte olan fırtına onun boynunu bükmüyor. Aynı zamanda, kanser de onu içten içe yiyor. İlginçtir kanserden önce içinde bulundukları vahşi doğa ölümü her gün yaşanabilir bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor. Wink'e kanserden daha yakın. Wink ile Cimcime, bir botla kasabalıları kurtarma görevine çıkıyorlar. Kasabalıların da bir süre sonra onlara destek vermeye kara vermeleriyle birlikle, el birliğiyle bir yüzen evden bozma bir bot yapılıyor. Umuda giden bu yolculuk, bir anlamda mültecilerin sona yaklaşan yolculuklarına referans da içeriyor.
Bir Varmış, Bir Yokmuş (Filmi izlemeden okumayın)
Cimcime'nin kendi uydurduğu masala kendini kaptırmasını Pan'ın Labirenti'yle beraber ele alabiliriz. Nasıl İspanya'daki iç savaştan kaçmaya çalışan, kendini korkunç gerçeklikten soyutlayıp Pan'ın ülkesinden prenses olmaya giden küçük bir kız gibi Cimcime'de kendini dünyadan soyutlayıp evrenin bir parçasını onarmaya ikna ediyor. Film boyunca yaşadığı gerçeği, gerçek değil bir çocuksu, masalsı mutlu bir evren olarak yaşıyor. Babasının hastalığını, annesinin kayboluşu, mülteci gibi yaşamları, evlerin yıkılışı onun açısında bir üzüntü kaynağı değil bir macera. Pan'ın Labirenti'nde de kaybolan kız karakteri, acımasız savaşı, annesinin dramını bilmeden masalsı bir gerçeklikle yaşıyordu. Öyle bir yaşam ki ölümü bile fark edememişti.