4 Şubat 2019

The Fly (1958) vs. The Fly (1986)


1950’li yılların soğuk savaş paranoyasından etkilenen veya uzaylı istilası konulu sayısız bilimkurgu arasında The Incredible Shrinkg Man gibi bilimsel açıdan farklı bir noktada duran, görece derinliğe sahip ve döneminin diğer filmlerinden ayrılmayı başaran birkaç önemli yapım var. Kurt Neumann’ın The Fly’ı da bunlardan biri. Neumann’ın filmini takdir etsek de Kanadalı usta sinemacı David Cronenberg’in, pek çok soruşturmada en iyi remake filmler arasında daima ilk sıralarda yer almayı başaran The Fly’ı ile 1958 yapımı orijinal filmi karşılaştıracağız. 

Hikâye kurguları oldukça farklı 

Orijinal film, her şey olup bittikten sonra başlıyor ve ana hikâyeyi uzun bir flashback ile seyircisine aktarıyor. Neumann bu hikâye kurgusunu seçmiş olmasının sebebi hikâyesini polisiyeye yakın duran bir biçimde anlatmak istemesi şüphesiz. Filmin başında kocasını öldüren ve soğukkanlı tavırlarıyla dikkat çeken Helene’in bu cinayeti neden işlediği sorusuyla seyircinin merak duygusu harekete geçiriliyor. Kâğıt üzerinde iyi bir giriş gibi görünmesine karşın hikâyenin merkezinde yer alan dönüşüm geçiren bilim adamına ne olacak sorusunun, bilim adamının eşinin sonu ne olacak şeklinde değiştirilmesiyle yörüngesinden ayrılıyor Neumann’ın filmi. Cronenberg’in The Fly’ı ise lineer bir akışı tercih ediyor. Orijinal filmin eksiklikleri başta karakterlerin tamamen değiştirilmesi ve ardından da hikâyenin özüyle bağdaşmayan polisiye kurgunun devre dışı bırakılmasıyla gideriliyor. 

Bilimsel açıdan aynı doğrultudalar 

The Fly filmleri daha çok Star Trek filmleriyle hafızalara kazınan ve de bilimkurgu sinemasının çok sık konu etmediği ışınlama teknolojisini işliyor diyebiliriz. The Fly’daki bilim adamı karakterimiz icat ettiği telepod makinesi ile en basit şekliyle ışınlama dediğimiz maddenin atomlarına ayrıştırılıp birleştirilerek mekânlar arasında transfer edilmesini gerçekçi bir zemine taşıyor. İki filmde de bilim adamlarımız insanlık tarihi açısından çığır açıcı bir buluşa imza attıklarının farkındalar. Orijinal filmde teleportasyon ve karakterin bir sineğe dönüşmesiyle ilgili fazla detay verilemiyor. Bunun iki sebebi var: 50’li yıllarda bilimkurgu filmlerinin pek ciddiye alınmıyor oluşuyla polisiye örgünün tercih edilmesi ve de teknik imkânsızlıklardır. Mesela orijinal filmde ana karakterin telepod makinesine girdiğini görmüyoruz. Bir anda kafası ve bir kolu sineğe dönüşmüş olarak buluyoruz ana karakterimizi. Zaten Cronenberg’in detaycı The Fly’ını izledikten sonra orijinal filmi görürseniz bazı sahnelerin kurguda atıldığı hissine kapılmanız olası. Cronenbeg’in The Fly’ına baktığımızda bilimsel deneyin her aşaması veriliyor. 

Orijinal film karakterimizin sinekle bütünleşmesini birkaç basit cümle ile geçiştirirken, yeniden yapımda Seth Brundle’ın bilgisayara sorular sorarak kendisi için şok edici gerçeği kavraması bilimsel bir dille seyirciye de açıklanıyor: “Sinek ve Brundle’ın moleküler genetik füzyonu”. Telepod’un bir gen birleştiriciye dönüşmesi gibi ayrıntılar da bilimsel açıdan iki filmin arasındaki uçurumları net bir şekilde görmemizi sağlıyor. Bilimsel açıdan aynı noktalara temas etseler de yeniden yapım The Fly, hem yönetmenin engin tecrübesi hem de bilimkurgu sinemasının 50’li yıllardan 80’lere kadar geçirdiği büyük değişim yani sinema teknolojisinin birkaç kez sınıf atlaması sebebiyle aslını aşıyor. Yeniden yapım The Fly’da Cronenberg’in korku ve bilimkurgu sinemasındaki vizyonuyla derinlikli ve seyircinin çabucak bağlanabileceği bir bilimkurgu çıkardığını söyleyebiliriz. 

Karakterin dönüşümü ve görsel yansımalar 

Cronenberg’in The Fly’ının bugün türün klasiklerinden biri olarak kabul edilmesinde bir insanın sineğe evrilmesini adım adım görselleştirmesinin ve bunu da makyaj çalışması ve görsel efektlerle son derece inandırıcı bir biçimde aktarabilmesinin payı büyüktür. Seth Brundle’ın önce güç ve çeviklik kazanması, sonra hızlıca dağılmaya başlaması, bu durumun sevgilisi Victoria ile olan ilişkisi üzerindeki etkileri filmin omurgasını oluşturur. Karakterin yükselişi ve düşüşü, korku ve bilimkurguyu harmanlayan filmin dramatik açıdan da ayaklarının yere sağlam basmasını sağlıyor. Her iki The Fly filminin de seyirci için zorlayıcı bir tarafı vardır. Çünkü hikâyesi trajiktir. Trajik olması bir yana, insanın hazzetmediği bir hayvana dönüşmesi ve bu dönüşümün görsel karşılığının aranması, gözümüzü kaçıracağımız bazı sahneleri doğuruyor. İnsan bedenine ve o bedenin deformasyonuna özel bir ilgi duyan Cronenberg’in The Fly’ında iğrenç olarak niteleyebileceğimiz sahneler mevcut. Dönüşüm evrelerine yer verilmediği için orijinal yapımın hazmı daha kolaydır. Neumann’ın filminin meseleye biraz daha farklı yaklaşıyor, daha basit bakıyor. Sinek ve Andre’nin genleri füzyona uğramaz, sadece bazı organlarını değişirler. Bu sebeple de dönüşüme uğrayan sinek de önemli bir yer tutar filmde. Orijinal yapım görsel olarak dönemi için başarılı bir iş ortaya koysa da bugün izlendiğinde seyircisini etkilemesi oldukça zordur. 

Sonuç 

The Fly’ın ortaya koyduğu gerçek şudur: Kurt Neumann’ın 50’lerin sonunda dönemin imkânlarıyla ortaya koyduğu işi ne kadar takdir etsek de, bu hikâyenin hakkıyla görselleştirilebilmesi için 80’lerdeki teknolojik atılım gerçekleşmesi şarttı. Cronenberg’in The Fly’ı bir filmin tekrara düşmeden, nasıl yeniden yaratılması gerektiğini gözler önüne seriyor.