Adını ilk kez “Oyun” adlı belgeseliyle duyduğum Pelin Esmer,
çok geçmede belgesellerden kurmaca hikayelere geçiş yaptı ama yolumuz kesişmedi
kendisiyle. İlk uzun metrajı 11’e 10
Kala’yı izleme fırsatı bulamadan, festivallerden ödüllerle dönen ikinci filmi
Gözetleme Kulesi’ni yeni bir yönetmenle tanışmanın heyecanıyla izledim. Minimal
Türk sinemasına mesafeli duruşum başta soru işaretleri yaratsa da, Pelin Esmer’in
tarzı ve minimal sinema anlayışı beni fazlasıyla memnun etti.
Gözetleme Kulesi için klasik bir kesişen yollar hikayesi
diyebiliriz. Filmin garip açılışında ana karakterlerimiz Seher ve Nihat ile
tanışıyoruz ama yolları kesişene dek önce kendi hikayelerine ortak oluyoruz.
Pelin Esmer’in paralel olarak anlattığı dramatik hikayelerin matematiği sanki
birbirinin tamamlayıcısı gibi kurulmuş. Ancak, yönetmenimiz görünüşe aldanmayın
diyor.
Yönetmen Esmer, Seher’in dramıyla aslında ülkemizde genç
kızların, kadınların kemikleşmiş sorunlarından birini merceğine alıyor. Film, 2013
Türkiye’sinde ebeveynlerin hala değişmeyen “kız çocuğu” algısının nasıl
sonuçlar doğurabildiğini gerçekçi gözlemlerle perdeye taşımış. Üniversite
eğitimi için anne-babasının yanından ayrılması gereken Seher, kız çocuğu okumaz
- okusa da başıboş bırakılmaz düşüncesinin bir sonucu olarak dayısının yanına (yine
üniversite eğitimi için) gönderiliyor. Ailenin kızlarını koruma içgüdüsünün yanında
ekonomik şartların da mecbur kıldığı bu durum, dışardan gelmesinden korkulan
tehlikenin içerden vurmasıyla onarılmaz yaralar açıyor. Öte yandan karısı ve
çocuğunu trafik kazasında kaybeden Nihat, kendisini toplumdan soyutlayacak bir
iş buluyor. Gözetleme Kulesi’nde acıları ve yalnızlığıyla baş başa kalıyor. Seher’le
Nihat arasındaki müşteri ilişkisi, bir noktada kesişiyor, değişiyor ve
Gözetleme Kulesi’ne taşınıyor. Seher’in suçluluğunun, Nihat için bir şansa,
ikinci bir fırsata dönüşmesi ve Nihat’ın Seher’le bebeğini, kaybettiği eşi ve
çocuğunun yerine koyması, beklenen sona doğru mu gidiyoruz sorusunu gündeme
getiriyor. Ancak, Seher’in tutumu pek de öyle olmayacağının işareti gibi.
Pelin Esmer’in minimal tarzına dönersek, Gözetleme Kulesi’nin
ayrıksı durmasındaki ana etkenin farklı damardan beslenen iki hikaye anlatması
olduğunu düşünüyorum. Açarsak, Nihat’ın Gözetleme Kulesi’ndeki yalnızlığı,
yaşadıklarının onu bu noktaya sürüklemesi klasik minimal film şablonuna cuk
oturuyor. Seher’in durumu ise çok başka… Sessiz başlayıp bir isyanın sesine dönüşüyor. Ani çıkışlarıyla, duygusallıkla
sarılmış olmasıyla minimal anlayıştan sapmadan ona lezzet katabilmiş. Pelin
Esmer, bana kalırsa tercihleriyle -seçtiği anlatım tarzıyla- fazlasıyla “bizden”
olan hikayeyi seyircisini yabancılaştırmadan aktarmayı başarmış. Olgun Şimşek’in
duru oyunculuğu, Nilay Erdönmez’in ise cesur yorumu filme çok şey katmış.
Son söz: Gözetleme Kulesi gibi Türk filmleriyle sık karşılaşmadığımızı düşünürsek mutlaka görülmeli. 8/10