9 Nisan 2013

Aksiyon Patlaması "Star Trek: Into the Darkness"


60’lı yıllardan bugüne uzanan bir uzay macerası olan Star Trek ya da bizdeki adıyla Uzay Yolu; dostluk, fedakarlık ve onur gibi kavramların altını çizen ve kainatın dört bir köşesinde yeni maceralara yelken açan Atılgan ve ekibinin birbirinden bağımsız heyecan dolu hikayelerini perdeye taşır. 1994’te başlatılıp 2002’de son verilen ve adına yeni nesil denilen Star Trek’te Kaptan Kirk, Mr. Spock ve Scotty gibi bir Star Trek filminin olmazsa olmazı ana karakterlerin yer almamasıyla gelen başarısızlık, Star Trek’in 3. Kuşak sinema serüveninde efsanenin köklerine döndürülmesini sağlayıp, yepyeni bir serinin de fitilini ateşlemiş oldu. J. J. Abrams’ın yönetmenliğinde 2009’da karşımıza çıkan Star Trek, Kaptan Kirk’ün, Mr. Spock’un kısaca tüm Atılgan ve ekibinin bugüne dek hiç anlatılmamış olan gençliklerine ışık tuttu. Ve o filmin getirdiği başarı, yine Alex Kurtzman, Robert Orci ve David Lindelof üçlüsünün elinden çıkma senaryosuyla ‘Bilinmeze Doğru’ yoluna devam ediyor.

Aksiyon sinemasına olan hakimiyetiyle Star Trek filmlerine yeni bir soluk getiren Abrams, 2009’da çektiği Star Trek’le aynı çizgide seyreden yeni macerada aksiyonun dozunu iyice artırmış. Ancak, Abrams’ın Star Trek filmlerinde uyguladığı aksiyon, filmin dahil olduğu uzay operası alt türünün -örneğin Star Wars filmlerinin- o kıvrak ve eğlenceli aksiyonundan oldukça uzakta. Aksiyon sahneleri daha çok gerilim yaratıyor ve bu alanda da oldukça başarılı. Abrams’ın zaten seride eksik olan heyecanı getirme vaadiyle yönetmenlik koltuğuna oturduğunu biliyoruz. Abrams’ın türe ve Star Trek filmlerine yaklaşımının bu yönde olması, hedef alınan kitleyi memnun edecektir mutlaka.

Yaklaşık 10 dakika süren açılış sekansı adeta kısa bir Star Trek filmi havasında. Oldukça heyecanlı ve kendi içinde bir finale sahip. Ve işlevsiz de değil. Kaptan Kirk’ün ve Mr. Spock’un olaylara bakış açılarındaki farklılığı ve nasıl karakterlere sahip olduklarını kısa yoldan seyirciye geçirebiliyor. Bununla birlikte görselliği ve efektleriyle filmin iddiasını ortaya koyuyor.

Abrams, ilk filmi sıfır noktasında başlatıp, Kirk-Spock dostluğunun temellerini atarken, serinin geçmişine ihanet etmek şöyle dursun, sıkı bir bağ kurup Star Trek hayranlarını mest etmişti. Star Trek: Bilinmeze Doğru’da yine yapacağını yapmış. Kötü karakter olarak Kirk‘ün ezeli düşmanı Khan’ın seçilmesi, 1982 tarihli The Wrath of Khan’ı izlemiş seyirciler için bu filmi daha özel kılıyor. Abrams’ın yönettiği iki Star Trek filminin de birer ön bölüm (prequel) olduğunu düşünürsek, bu ön bölümlerde atılacak adımların orijinal seriyle herhangi bir çelişkiye düşmeme zorunluluğu olduğu gibi o filmlerde anlatılan hikayeleri ve karakterleri geliştirmek ve altını doldurmak gibi bir misyonu da var. Star Trek: Bilinmeze Doğru, bu misyonu layığıyla yerine getirirken, özellikle Star Trek evrenine hakim olan fanları hedef aldığını söyleyebiliriz. Bu bakımdan Star Terk: Bilinmeze Doğru, eski filmlere mesafeli olan seyirci için özel bir anlam ifade etmeyecektir.

Star Trek: Bilinmeze Doğru, klasik bir Star Trek filminde olması gereken tüm özelliklere sahip. Evet, belki bir “Işınla beni Scotty” repliği yok ama onun dışında her şey olması gerektiği gibi. İyi yazılmış senaryosunda yaratıcı fikir eksikliği göze çarpsa da Kirk ve Mr. Spock’un birbirlerini tamamlayıcı yanlarının üzerine gidip, karakterlerini biraz daha derinlemesine işleyerek bir fark yaratabildiğini ve dozunda mizahıyla seyrine doyum olmadığını belirtmekte fayda var.

Son söz: Abrams’ın Star Trek filmlerini birlikte değerlendirirsek, set ve kostüm tasarımları, görsellikleri ve düşmeyen tempolarıyla yeni neslin tüm beklentilerini karşıladığını söyleyebiliriz.