1 Mayıs 2016

Kuyruklu yalan tamlaması: The Invention of Lying


İnsanoğlunun yalan söyleme becerisine sahip olmadığı bir dünya düşleyen Ricky Gervais ve Matthew Robinson, The Invention of Lying’i birlikte yazıp yönetmişler. İkilinin, günün birinde sıradan bir adamın tesadüfen yalanı icat etmesiyle dünyanın bir anda nasıl değişebileceğini esprili bir dille anlattığı filmin, komedi adına son yılların en başarılı işlerinden biri olduğu kanısındayım.

İnsanların düşündükleri şeyleri bir çırpıda, sonunun nereye varacağını hiç düşünmeden söyleyiverdikleri The Invention of Lying’in dünyası fazlasıyla dürüst, dobra ve de sıkıcı. Neden sıkıcı çünkü yalan söyleme yeteneği olmayan insanoğlunun gerçeklerle sınırlı bir dünyası var. Dolayısıyla da hayal dünyaları gelişmemiş. Bunun en bariz sonucu ise sanatın gelişmemesi ve kurgunun bilinmemesi. Filmde ana karakterimiz işinden kovulmak üzere olduğunu bilen, ezik ve biraz da şişko bir adam: Mark Bellison. Bir senarist olan Bellison hayatındaki zorluklarla boğuştuğu bir sırada yalanı keşfediyor. Önce kendi dünyasını, sonra da tüm dünyayı değiştiriyor. Yalanın icadı birçok şeyin icadı anlamına geliyor kuşkusuz. Bunların başında da Tanrı ve din geliyor. Gervais ve Robinson’un kurguladıkları dünyada insanoğlu öldüğünde bir hiç olacağına kati bir şekilde inanıyor. Tanrı hiç var olmamış ve dünyaya müdahale etmemiş. İşte bu noktada yazar ve yönetmenlerimiz ateist bakış açısıyla Tanrı’ya dinlere ve inanç kavramına keskin bir eleştiri getiriyorlar. Tanrı’nın en büyük yalan olduğunu dile getiren film, modern dünyada cennet-cehennem kavramıyla ilk tanışmanın ve ölüm sonrasında sonsuz bir yaşama kavuşma fikrinin insan üzerinde bırakacağı olası etkileri irdeliyor. Elbette The Invention of Lying’in dünyasında her yol mizaha çıkıyor ve o amaca hizmet ediyor. Bu sebeple katılsanız da katılmasanız da filme hoşgörüyle yaklaşmak zorundasınız diye düşünüyorum.

Herkesin sadece ve sadece gerçekleri söylediği bir dünyada yalan söylediğinizde -hem de bu yalan ne kadar uçuk olursa olsun- gerçek olarak algılanması ve sorgulanmadan kabul edilmesi insanoğlunun zekâ seviyesinin düşük olduğunun açık bir göstergesi. Yalan söyleme refleksinin gelişmemesi insanın evrimini tamamlayamaması anlamına geliyor. Bunu da açarsak, yalan söylemek başka bir şey, bir konuda düşünceyi beyan etmemek, yani yorum yapmamak başka bir şey. Filmde yalan söylemeyi bilmeyen insanın doğruyu söylemeye ve hatta içinden geçen herhangi bir şeyi doğrudan söylemeye koşullandığını görüyoruz. Filmi tam da bu noktadan vurmaya, eleştirmeye çalışanlar yanılıyorlar. Gervais ve Robinson, yalanın olmadığı bir dünyanın nasıl olabileceği üzerine zihin jimnastiği yaparken, yalan söyleyememenin yan etkileri olabileceği fikrini öne sürüyorlar. The Invention of Lying, beyaz yalanlara övgü düzerken, dürüstlüğün önemini de vurguluyor. İnsanlara umut aşılaması babında filmin yalana sahip çıkmasının eleştirilmesini çok doğru bulmuyorum. Yalansız bir dünya tatsız tuzsuz bir yemeğe benzer. Tabii burada yalanı tüm kapsayıcılığıyla gerçek olmayan şeylerin bütünü olarak düşünmeliyiz. Gerçekte olmayan karakterler, olaylar ve hikâyeler yaratarak insanları mutlu etmek. Film zaten kendinize şu soruyu da sormanıza sağlıyor: “Yalansız bir dünyada yaşamak ister miydiniz?” Eminim birçoğumuz en acıtıcı gerçeklerin hunharca yüzünüze vurulduğu bir dünyada yaşamak istemezdi.

Filmin belki de en parlak anları Mark Bellison’ın 10 emri halka açıkladığı bölüm. Harikalar yaratan Gervais ve Robinson, seyircilerini espri bombardımanına tutuyor. Ancak The Invention of Lying’i günümüzün klasiklerinden biri olmaktan alıkoyan bazı olumsuz özellikleri var. Bunların başında da filmin sonlara doğru kendisini romantik komedi sularına teslim etmesi geliyor. Evet, film Mark Bellison’un hoşlandığı kadınla birlikte olabilme çabasıyla açılıyor ama ana fikri üzerine gittikçe doyumsuz bir komediye dönüşüyor. Yarattığı özgün dünya, aynı derece özgün bir sonu hak ediyor. Yönetmenlerimiz, karakterlerimizin ilişkisinin nereye varacağını üzerinden tahmin edilebilir bir final düşünmüşler. Bu zayıf finalin seyircinin beklentileriyle örtüşmediği bir gerçek. Zaten seyircinin genel tatminsizliğinin başka bir açıklaması da olamaz.

Son söz: Böyle zekâ dolu komedilere pek sık rastlayamadığımız bir gerçek. 8/10