Gerilim yaratmadaki üstün hüneriyle yıldızı parlayan İspanyol sinemacı Alejandro Amenabar, artık Hollywood için film üreten bir yönetmen. Son filmi Regression ile belli oranda hayal kırıklığı yaratan Amenabar’ın bir önceki çalışması Agora ise yönetmenin sinemasında yeni ufuklara yelken açma düşüncesinin bir sonucuydu denilebilir. Yunan filozof, matematikçi ve astronom Hypatia’yı merkezine alan film, 4. yüzyıl sonları ve 5. yüzyılda İskenderiye’deki din savaşlarını da ele alarak iki koldan ilerleyen bir tarihi drama.
Çağının tek bilim kadını olarak bilinen Hypatia’yı Agora’da felsefeden ziyade astronomi çalışmalarıyla öne çıkartılıyor. Dünyayı, evreni ve evrendeki yerimizi sorgulayan, öğrencilerine sorgulatan Hypatia, o günün İskenderiye’sinde saygı duyulan ve düşüncelerine değer verilen önemli bir figür. Baştan sona din savaşlarına mercek tutulan bir filmde, bir bilim insanını ana karakter olarak seçilmesini garipseyenler olabilir ancak Hypatia’nın o günün İskenderiye’sinde vali ile beraber olayların göbeğinde olduğu biliniyor. Dünyanın evrenin merkezinde olduğunun sanıldığı bir dönemde, gerçeği arayarak hayatını anlamlandırmaya çalışan Hypatia, erkeklerin dünyasında ve dinin belirleyici olduğu bir çağda, tanrısız bir kadın olarak doğru bildiğini sonuna kadar savunuyor. Onun trajik sonunu da hesaba katarsak bu hikâyenin olmazsa olmaz bir parçası olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Roma’nın Hıristiyanlığı kabul etmesinden bir müddet sonra, eyaleti İskenderiye’deki sancılı değişimi perdeye taşıyan Agora, hoşgörüsüzlüğe ve cehalete vurgu yapıyor. Film, Pagan Roma’nın Hıristiyanlara olan katı tutumun ve uyguladığı orantısız şiddetin, gün gelip de Hıristiyanlığı kabul eden Roma’nın paganlara uygulamasını eleştiriyor. Zulüm gören Hıristiyanların, zulüm edene dönüşmesi, Hıristiyan-Pagan savaşının Hıristiyan-Yahudi savaşı biçiminde devam etmesi, hoşgörüsüzlüğün, bağnazlığın ve toplumların din algısının bir sonucudur diyor film. Bununla birlikte siyasetin, iktidar mücadelesinin dini nasıl yozlaştırdığını, insanları nasıl yanlış yola soktuğunu anlayabiliyoruz.
Amenabar, Paganizm, ateizm ve tek tanrılı dinler arasında bir ayrım yapmıyor. Tüm inançlara eşit mesafede duruyor. Buradan da genel olarak din olgusunu irdelediğini, inanç mekanizmasını anlamaya çalıştığı sonucuna varabiliriz. Zaten yönetmen bilimi her şeyin üzerinde tutarak bir anlamda doğru yolu gösteriyor. Dinin, bilimsel gelişmelerin önünü nasıl tıkadığını Agora’yı izlediğinizde net bir şekilde görebiliyorsunuz. Filmde de yer alan İskenderiye Kütüphanesinin yağmalanması-yakılması sahnesi iyi bir örnek. Çalışmaları ve aykırı düşüncelerinin Hypatia’nın sonunu getirmesini de unutmayalım.
Amenabar, bir yandan toplumların inançlarla birlikte değişen yüzüne ışık tutarken, diğer yandan Hypatia’yı astronomi çalışmaları ve bilgeliğiyle tanıtmaya çalışıyor. Tüm bu hengâmenin içinde Hypatia’nın özel yaşamına da değinilebilmesi filmin bir artısı. Özellikle de Hypatia’nın kölesiyle olan ilişkisi iyi işlenmiş. İskenderiye Kütüphanesinde ders veren Hypatia’nın farklı inançlara sahip öğrencileri arasında ayrım yapmamasının yanı sıra kölesini hakir görmemesi ve onu öğrencilerine alkışlatması erdeminin en bariz göstergesi. Filmde buna benzer birçok ayrıntı var. Dolayısıyla tarihsel gerçekler iyi bir araştırma ve sağduyulu bir senaryo yazım aşamasının sonucunda Agora’da hayat bulmuş dersek yanılmış olmayız. Agora, bir Hypatia biyografisinden çok daha fazlası, hatta daha ziyade bir Roma dönemi tarihsel draması demek daha doğru olacaktır. Agora, iç veya dış mekân fark etmeksizin mimari kullanımıyla göz dolduruyor. Yapıların sahiciliği, heykellerin, kostümlerin ve bu gibi birçok detayın aslına uygunluğu dönemin İskenderiye’sinde olduğumuzu hissetmemizde büyük paya sahip. Amenabar’ın meselesini tarafsızca ele alırken, abartıdan, gösterişten uzak durması ve yalın bir anlatı tutturması filmin başarısında rol oynayan önemli detaylar diye düşünüyorum.