Hikayesini öpüştüklerinde Panter’e dönüşen insanlara ait bir efsaneye dayandıran 1942 tarihli, Jacques Tourneur imzalı korku filmi Cat People, döneminin başarılı yapımlarından biriydi. 40 yıl sonra çekilen remake’i orijinal yapımın üzerine çıkan nadir örneklerden biridir. Şimdi bu iki filmi karşılaştıralım, hangi yönlerden benzeşiyor ve ayrışıyorlar bakalım.
Orijinal film, sinemada korku geleneği yeni yeni oluşmaya başladığından, bırakın 80’leri 60’lı yılların korku filmleriyle karşılaştırdığınızda dahi oldukça sadedir. Yönetmen Tourneur, göstermekten ziyade ima eder ve bu şekilde gerilim yaratır. Bu anlamda başarılı olduğunu söyleyebiliriz belki, ancak o günün şartlarında bir pantere dönüşme sahnesinin çekilemeyecek olması sebebiyle filmde yer almadığını veya panterle mücadele sahnesinin de kolaya kaçılarak gösterilmeden çekilmesi filmin seyirci üzerinde bıraktığı etkiyi minimuma düşürür. Paul Schrader’in yönetmen koltuğuna oturduğu yeniden yapıma baktığımızda alabildiğine cesur olduğunu görüyoruz. Dönüşüm sahneleri 80’ler efekt teknolojisinin elverdiği oranda inandırıcı, panterin insanlara saldırdığı sahneler de bir o kadar tatmin edicidir.
1982 tarihli Cat People, orijinal filmin hikâyesini yeniden yaratarak yola çıkmış. Açılış sekansından itibaren yeni bir film izlediğiniz hissine kapılmanız olasıdır. İlk filmdeki Kedi insanlar efsanesi, yeniden yapımda altı doldurularak bir mite evrilmiştir. Schrader, yarattığı mite dair görseller de sunarak, filme zenginlik katar. İlk filmde diyaloglarla sınırlı tutulmuş bir efsane vardır. Yine imkânsızlıklar… 1942 tarihli Cat People’da Irena, erkeklerden uzak durur. Öpüşmekten de kaçınır. Evlenir ama yakınlaşmak için eşinden zaman ister. Irene Kedi insanlardan biridir ve efsaneye göre öpüştüğünde bir Panter’e dönüşecektir. Panter’e dönüştükten sonra tekrar insan formuna nasıl girebildiği açıklanmaz. Kurbağa-Prens hikâyesine benzer haliyle komik bir efsanedir bu. 1982 yapımında ise Kedi insanların dönüşümü için cinsel birleşme şarttır. Hatta pantere dönüşmemenin tek koşulu da kendi türleriyle birlikte olmalarıdır. Ensest ilişki boyutu mitolojinin önemli bir parçasıdır.
Simone Simon’un Irena’sı ile Nastassja Kinski’nin Irena’sını karşılaştırırsak, Kinski’nin açık ara önde olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Hem performans, hem karaktere bürünme hem de cüretkar yorumuyla Kinski tek başına filmi yukarıya çekmeyi başarmış. Kinski’nin vücudunu cömertçe sergilemesini ve filmin yer yer erotik olmasını eleştirenler olacaktır ama yeniden yazılan hikayenin bunu gerektirdiğini izlediğinizde anlayacaksınız eminim. Simone Simon’un içindeki şeytandan kurtulmak istemesinin yeniden yapımda yerini Kinski’nin özgürleşme arzusuna bırakması da isabetli bir tercih olmuş.