2009’da Cannes Film Festivali’nde gösterildiğinden bu yana hayranlıkla nefret arasında değişkenlik gösteren çok farklı uçlarda tepkiler alan Antichrist, açılış sekansıyla da uzun zaman konuşuldu. Lars von Trier’ın sanatında tam anlamıyla olgunluğa eriştiği filmin, genel olarak seyri de okuması da oldukça zorlayıcı olmasına karşın açılış sekansı için aynı şeyleri söyleyemeyiz.
Trier’ın Önsöz (Prologue) adını verdiği yaklaşık 6 dakikalık girizgâhı, filmin önüne geçmeyi başardı. Bu başarıda yönetmenin filmsel anlatının, seyircinin gözüne hoş gelebilecek ve ruhunu okşayacak tüm gerekliliklerinin yerine getirilmesi var şüphesiz. Siyah-beyaz tercihi, sekansın slow-motion çekilmesi, klasik müzik kullanımı, sözlerin yerini anlamlı bakışlara bırakması yani bakışların ve ifadenin gücü ve de tüm bu özelliklerin kusursuzca bir araya gelerek bir benzerini Melancholia’da göreceğimiz estetik doygunluğuyla iz bırakan bir açılış sekansından söz ediyoruz. Ama sadece biçimsel yetkinliğiyle değil, filmin en can alıcı kısmı olması ve hikâyenin temelini oluşturması da bu açılış sekansını tüm zamanların en iyileri arasına almamızda büyük paya sahip. O halde öncelikle açılışta anlatılan hikâyeye bir bakalım.
Çiftimiz birlikte duşa girer ve tutkuyla sevişir. O sırada evin pencerelerinden biri kendiliğinden açılır. İsimsiz ana karakterlerimiz yatak odasına geçip sekse devam eder. Bebek telsizinin sesi kısılmıştır. Ve çiftimizin biricik oğlu Nick uyanmıştır. Yatağından atlar. Evde dolaşmaya başlar. Anne-babasını yatakta görür. Oradan uzaklaşır. Açık pencereden içeri dolan kar taneleri onu pencereye yönlendirir. Kendisini belki de ilk kez gördüğü karın büyüsüne kaptırmıştır. Pencerenin önünde kısa bir süre dikilir ama fazla dayanamayıp, oyuncağıyla birlikte düşer. Nick’i ölüme götüren süreci, çiftimizin sevişmesiyle paralel olarak izletir bize Trier. Sekansla ilgili en önemli detayı ise filmin ancak ikinci yarısında seyircisiyle paylaşır. Kadın, oğlunu tam da pencerenin önündeki masaya çıkarken görmüştür ama o esnada hazzın doruklarında olduğundan onu kurtarmak için herhangi bir girişimde bulunmaz. Yüzünden korku veya keder okunmaz, bakışları bir şey ifade etmez. Nick, pencereden düştükten sonra ise yüzünde acı dolu bir ifade belirir ve sonrasında anlamsızca boşluğa bakar. Artık onlar için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Trier, Antichrist’i tasarlarken onu biçimsel olarak bir kitap gibi düşünmüş olmalı. Filmin Yas, Acı ve Umutsuzluk adlı ana bölümleri dışında Önsöz’ünün ve Sonsöz’ünün olması bunun açık bir göstergesi. Önsöz kısmı, yani açılış sekansımız bir kitabın önsözü gibi eserle ilgili bilgilendirici detaylar veriyor. Üzerilerinde filmdeki bölüm başlıklarının isimleri Pain, Grief ve Despair (Acı, Yas ve Umutsuzluk) yazan üç biblo yeterince uzun bir süre kadrajda kalır. Çiftimiz duşta birlikte olurken, üç dilenciyi temsil eden hayvanları (Ceylan, Karga ve Tilki) da ilk kez açılış sekansında görürüz. Trier, Önsöz olarak adlandırdığı açılış sekansına birçok önemli ayrıntı yerleştirmiştir. Nick’in ters yerleştirilen ayakkabıları da bunlardan biridir. Filmin ilerleyen bölümlerinde kadının bir anne olarak yetersizliği, çocuğunun ayakkabılarını daima ters giydirmesi ve bunun da ölümünde rol oynaması üzerinde durulur.
Açılıştaki pornografi kullanımı dikkat çekici olsa da özel bir anlam yüklenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Trier, belki de sahneyi olduğu gibi vererek doğallık yakalamak istedi. Ya da sinemada pornografik sahnelerle ilgili tabuların yıkılmasını arzulamasının bir sonucudur bu. Zaten filmin sonlarına doğru kadın cinsel organını göstererek tabu tanımazlığını da göstermiş olur.
Antichrist’in açılış sekansının büyüsü Georg Friedrich Handel’in Rinaldo Operası’ndaki Lascia ch’io pianga parçasında ve sekansın slow motion verilmesinde gizlidir. Trier, Handel’in klasik eserini, yavaşlatılmış görüntüler üzerine bindirdiğinde öyle bir etki yakalıyor ki, gözlerimizi perdeden/ekrandan alamıyoruz. Nasıl ki, karakterlerimizin aldıkları haz sebebiyle gözleri hiçbir şey görmüyorsa, biz seyirciler de sanatsal bir haz duyuyoruz.