27 Ocak 2017

Bir Zamanlar Sinema öneriyor - #58 Tanrıların Derin Arzuları


Sinemaseverlerin çoğunlukla Narayama Türküsü (1985) ile tanıdığı Shohei Imamura, Japon sinemasının önde gelen isimlerinden biri. Stüdyo sistemine bağlı kalsa da hikâyelerini arzuladığı gibi anlatabilmek için çaba gösteren, iki Altın Palmiye ödüllü Imamura’nın ilk başyapıtının Tanrıların Derin Arzuları (Kamigami no fukaki yokubo) olduğunu söyleyebiliriz.

Tanrıların Derin Arzuları’nda geleneklerine bağlı bir şekilde yaşayıp giden Kurage adası halkının hikâyesi anlatılıyor. Günün birinde adaya bir mühendisin gelmesiyle değişen hayatlar, filmin merkezine yerleştiren Futori ailesi üzerinden ele alınıyor. Adada şeker imalathanelerinde kullanılacak suyun tedariki için gerekli çalışmaları yapan mühendisin, Futori ailesiyle yakınlaşmasıyla beklenmedik olaylar meydana gelecek ve karakterlerimizin her biri için tanrıların farklı planları olduğunu göreceğiz.

Imamura, Keiji Hasebe’yle birlikte kaleme aldığı senaryoda her biri birbirinden ilginç karakterler yaratmış. Çarpık aile ilişkilerini filmin üç saati bulan süresi boyunca incelikle ören yönetmen, seyircisini etkileyebilmek uğruna dramatik durumları dramatize etmeden vermeye özen göstermiş. Imamura’nun tutturduğu anlatı onun ustalığı sayesinden hikâyenin seyircinin kalbine usul usul işlemesini sağlamış diyebiliriz. Tanrıların Derin Arzuları, değişimin kaçınılmazlığını, insanoğlunun değişimin karşısında duramayacağını, bizzat insanın kendi doğası üzerinden anlatmayı deniyor. Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı yaşayan ada halkı modern dünyanın müdahalesiyle farkına varamadan dâhil olacakları bir döngü içine giriyor. Futori ailesinin kişisel yolculuğuyla birlikte Kurage adasının değişen zamanın kurbanı oluşunu izliyoruz. Aralarında, dışa kapalılıkları sebebiyle 1000 yıl önce neye inanıyorlarsa hala aynı şeylere inanlar var. Futori ailesinin dedesi -adı belirtilmiyor-  geçmişi ve gelenekleri temsil ederken, adaya gelen mühendis ise modernizmi ve geleceği temsil ediyor denilebilir. Imamura bir karşılaştırma yapmasa da değişen dünyayla ilgili söylemek istediklerini bu iki karakterle veriyor. Yaşlı adam son yıllarda işledikleri günahların adada sıkıntıya sebep olduğuna ve tanrıların da tüm ada halkını cezalandırdığına inanabiliyor. 20. yüzyılda depremlerin tanrının bir cezası olarak görülmesinden çeşitli batıl inançlara kadar pek çok ilginç durumla karşılaştığımız Tanrıların Derin Arzuları, bugün örneğine koyla kolay rastlayamayacağımız bir sinema anlayışının ürünü. Japon sinemasının en underrated yapımlarından biri olan bu film, Imamura’nın doğa, insan ve değişen zamanla ilgili söylediklerinin yanı sıra görsel ve işitsel bir şölen sunması ve kusursuz yönetimiyle gerçek bir başyapıt.

24 Ocak 2017

89. Oscar Ödülü Adayları


26 Şubat'ta sahiplerini bulacak 89. Akademi Ödülü adayları açıklandı. La La Land 14 adaylık aldı

EN İYİ FİLM
Arrival
Fences
Hacksaw Ridge
Hell or High Water
Hidden Figures
La La Land
Lion
Manchester by the Sea
Moonlight
EN İYİ YÖNETMEN
Damien Chazelle | La La Land
Mel Gibson | Hacksaw Ridge
Barry Jenkins | Moonlight
Kenneth Lonergan | Manchester by the Sea
Denis Villeneuve | Arrival
EN İYİ ERKEK OYUNCU
Casey Affleck | Manchester by the Sea
Andrew Garfield | Hacksaw Ridge
Ryan Gosling | La La Land
Viggo Mortensen | Captain Fantastic
Denzel Washington | Fences
EN İYİ KADIN OYUNCU
Isabelle Huppert | Elle
Ruth Negga | Loving
Natalie Portman | Jackie
Emma Stone | La La Land
Meryl Streep | Florence Foster Jenkins
EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
Mahershala Ali | Moonlight
Jeff Bridges | Hell or High Water
Lucas Hedges | Manchester by the Sea
Dev Patel | Lion
Michael Shannon | Nocturnal Animals
EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
Viola Davis | Fences
Naomie Harris | Moonlight
Nicole Kidman | Lion
Octavia Spencer | Hidden Figures
Michelle Williams | Manchester by the Sea
EN İYİ ÖZGÜN SENARYO
20th Century Women | Mike Mills
Hell or High Water | Taylor Sheridan
La La Land | Damien Chazelle
The Lobster | Yorgos Lanthimos, Efthymis Filippou
Manchester by the Sea | Kenneth Lonergan
EN İYİ UYARLAMA SENARYO
Arrival | Eric Heisserer
Fences | August Wilson
Hidden Figures | Allison Schroeder, Theodore Melfi
Lion | Luke Davies
Moonlight | Barry Jenkins, Tarell Alvin McCraney
EN İYİ KURGU
Arrival | Joe Walker
Hacksaw Ridge | John Gilbert
Hell or High Water | Jake Roberts
La La Land | Tom Cross
Moonlight | Joi McMillon, Nat Sanders
EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ
Arrival | Bradford Young
La La Land | Linus Sandgren
Lion | Greig Fraser
Moonlight | James Laxton
Silence | Rodrigo Prieto
EN İYİ PRODÜKSİYON TASARIMI
Arrival | Patrice Vermette
Fantastic Beasts and Where to Find Them | Stuart Craig
Hail, Caesar! | Jess Gonchor, Nancy Haigh
La La Land | Sandy Reynolds-Wasco, David Wasco
Passengers | Guy Hendrix Dyas
EN İYİ KOSTÜM TASARIMI
Allied | Joanna Johnston
Fantastic Beasts and Where to Find Them | Colleen Atwood
Florence Foster Jenkins | Consolota Boyle
Jackie | Madeline Fontaine
La La Land | Mary Zophres
EN İYİ ÖZGÜN MÜZİK
Jackie | Mica Levi
La La Land | Justin Hurwitz
Lion | Dustin O’Hallaran, Hauschka
Moonlight | Nicholas Britell
Passengers | Thomas Newman
EN İYİ ÖZGÜN ŞARKI
“Audition” | La La Land
“Can’t Stop the Feeling” | Trolls
“City of Stars” | La La Land
“The Empty Chair” | Jim: The James Foley Story”
“How Far I’ll Go” | Moana
EN İYİ MAKYAJ & SAÇ TASARIMI
A Man Called Ove
Star Trek Beyond
Suicide Squad
EN İYİ SES KURGUSU
Arrival
Deepwater Horizon
Hacksaw Ridge
La La Land
Sully
EN İYİ SES MİKSAJI
13 Hours: The Secret Soldiers of Benghazi
Arrival
Hacksaw Ridge
La La Land
Rogue One: A Star Wars Story
EN İYİ GÖRSEL EFEKT
Deepwater Horizon
Doctor Strange
The Jungle Book
Kubo and the Two Strings
Rogue One: A Star Wars Story
YABANCI DİLDE EN İYİ FİLM
Land of Mine (Danimarka)
A Man Called Ove (İsveç)
The Salesman (İran)
Tanna (Avustralya)
Toni Erdmann (Almanya)
EN İYİ ANİMASYON
Kubo and the Two Strings
Moana
My Life as a Zucchini
The Red Turtle
Zootopia
EN İYİ BELGESEL
Fire at Sea
I Am Not Your Negro
Life, Animated
O.J.: Made in America
13th
EN İYİ KISA FİLM
Ennemis Intérieurs
La Femme et le TGV
Silent Nights
Sing (Mindenki)
Timecode
EN İYİ KISA ANİMASYON
Blind Vaysha
Borrowed Time
Pear Cider and Cigarettes
Pearl
Piper
EN İYİ KISA BELGESEL
4.1 Miles
Extremis
Joe’s Violin
Watani: My Homeland
The White Helmets

23 Ocak 2017

Razzie adayları belli oldu


Yılın en kötülerine verilen Razzie'lerin bu yılki adayları belli oldu. Batman v Superman: Dawn of Justice'ın aldığı adaylıklar dikkat çekti. Kazananlar 27 Şubat'ta açıklanacak.

En Kötü Film

Batman v Superman: Dawn of Justice
Dirty Grandpa
Gods of Egypt
Hillary’s America: The Secret History of the Democratic Party
Independence Day: Resurgence
Zoolander No. 2

En Kötü Yönetmen

Dinesh D’Souza ve Bruce Schooley, Hillary’s America: The Secret History of the Democratic Party
Roland Emmerich, Independence Day: Resurgence
Tyler Perry, BOO! A Medea Halloween
Alex Proyas, Gods of Egypt
Zack Snyder, Batman v Superman: Dawn of Justice
Ben Stiller, Zoolander No. 2

En Kötü Senaryo

Batman v Superman: Dawn of Justice
Dirty Grandpa
Gods of Egypt
Hillary’s America: The Secret History of the Democratic Party
Independence Day: Resurgence
Suicide Squad

En Kötü Erkek Oyuncu

Ben Affleck, Batman v Superman: Dawn of Justice
Gerard Butler, Gods of Egypt & London Has Fallen
Henry Cavill, Batman v Superman: Dawn of Justice
Robert De Niro, Dirty Grandpa
Dinesh D’Souza, Hillary’s America: The Secret History of the Democratic Party
Ben Stiller, Zoolander No. 2

En Kötü Kadın Oyuncu

Megan Fox, Teenage Mutant Ninja Turtles: Out of the Shadows
Tyler Perry, BOO! A Medea Halloween
Julia Roberts, Mother’s Day
Becky Turner (Hillary Clinton rolünde), Hillary’s America: The Secret History of the Democratic Party
Naomi Watts, Divergent Series: Allegiant & Shut-In
Shailene Woodley, Divergent Series: Allegiant

En Kötü Yardımcı Kadın Oyuncu

Julianne Hough, Dirty Grandpa
Kate Hudson, Mother’s Day
Aubrey Plaza, Dirty Grandpa
Jane Seymour, Fifty Shades of Black
Sela Ward, Independence Day: Resurgence
Kristen Wiig, Zoolander No. 2

En Kötü Yardımcı Erkek Oyuncu

Nicolas Cage, Snowden
Johnny Depp, Alice Through the Looking Glass
Will Ferrell, Zoolander No. 2
Jesse Eisenberg, Batman v Superman: Dawn of Justice
Jared Leto, Suicide Squad
Owen Wilson, Zoolander No. 2

En Kötü Ekran İkilisi

Ben Affleck & Henry Cavill, Batman v Superman: Dawn of Justice
Herhangi İki Mısırlı, Gods of Egypt
Johnny Depp & Kostümü, Alice Through the Looking Glass
Öncesinde Saygı Duyulan Oyuncu Kadrosu, Collateral Beauty
Tyler Perry & Peruğu, BOO! A Medea Halloween
Ben Stiller & Owen Wilson, Zoolander No. 2

En Kötü Devam Filmi, Yeniden Çevrim, Prequel

Alice Through the Looking Glass
Batman v Superman: Dawn of the Justice
Fifty Shades of Black
Independence Day: Resurgence
Zoolander No. 2
Teenage Mutant Ninja Turtles: Out of the Shadows

16 Ocak 2017

Sinema uyarlamasını bekleyen romanlar - #13 Tanrı'nın Formülü


Dan Brown’ın Da Vinci Şifresi ve Melekler ve Şeytanlar adlı eserleri, türü için kabaca macera diyebileceğimiz romanların 2000’li yıllarda bir furyaya dönüşmesini sebep oldu. Dinin, bilimin, sanatın, tarihin ve gizemlerin bir potada eritildiği bu romanlar, Dan Brown’ın formülünü uyguladı. Bu formülün izini sürerken kendi tarzını ortaya koyabilen Portekizli yazar Jose Rodrigues Dos Santos, ilk romanı Tanrı’nın Formülü ile büyük başarı yakaladı. Dos Santos’un eserlerinin Dan Brown romanları gibi birer fenomene dönüşmemesi sizi yanıltmasın. Çünkü bu durum yazarın kendi formülünü yaratmasıyla alakalı.

Hikaye

1951 sonbaharı: İsrail'in ilk başbakanı David Ben Gurion, Albert Einstein'la tanışmak için Princeton'a gider. Ziyaretinin amacı nükleer silah elde etmektir. Atomla başlayan gizli sohbetleri hızla Tanrı'nın varlığına doğru yönelir. Einstein Tanrı'nın formülünün peşindedir. Dünya düzenini tepe taklak edebilecek bir önemde olduğu için CIA de bu belgenin izini sürmektedir.

Günümüz Kahiresi, Tahrir Meydanı: Kriptolog ve tarih profesörü Thomas Noronha'nın hayatı, çekici İranlı bir kadın olan Ariana Pakrava'nın, çok gizli bir elyazmasını deşifre etmek için yardımını istemesiyle alt üst olur. Albert Einstein imzalı elyazmasının başlığı Tanrının Formülü'dür. Bu formülü deşifre edebilecek tek uzman Noronha'dır. Bunun farkında olan güçlerse Noronha'yı izlemektedir. Kendisiyle birlikte dünyanın da kaderini ilgilendiren bu formül pandoranın kutusuna dönüşmek üzeredir.

Nedir?

Yola Dan Brown romanlarının ana karakteri simge bilim profesörü Robert Langdon gibi bir karakter -Tarihçi\Kriptolog Thomas Noronha- yaratarak başlayan yazar Dos Santos, hikayesini gizem üstüne gizem örerek oluşturuyor. Esasında Tomas Noronha'nın ikinci macerası olan Tanrı'nın Formülü, ana karakteri her ne kadar bir tarihçi olsa da gizemli hikayesini bilimsel teoriler üzerine oturtuyor. Olay akışı bir yere kadar Dan Brown romanlarıyla benzerlik taşıyor. Romanın ilk yarısı heyecan katsayısı yüksek bir macera iken, ikinci bölüm bilimsel teorilerin açıklandığı, anlatıldığı uzun diyaloglardan oluşuyor. Tanrı'nın Formülü'nün ne olduğu sorusunun cevabına ancak çok uzun bir yolculuktan sonra ulaşabiliyoruz. Bilimle dini bir noktada buluşturan ve son derece mantıklı çıkarımlarda bulunan Dos Santos, okuyucusunu klişeleşmiş sürprizlerle değil, tamamı gerçek teorilerle şaşırtmayı başarıyor. Okuru yoğun bir bilgi bombardımanına tutan yazar, karmaşık teorileri hem oldukça sade bir dille anlatıyor hem de gerçekle kurgunun kusursuz bir birleşimini sunarak iz bırakıyor. Tanrı'nın Formülü, temelde örnek aldığı romanlarla aynı kefeye koyulabilecek olsa da macerayı ikinci plana atmasıyla diğerlerinden ayrılabiliyor. Yazar Dos Santos'un deneyimli ve zeki bir gazeteci olması, hikayesi için giriştiği araştırmada derinlere inebilmesini sağlamış diyebiliriz. Romanın tadını kaçırmamak için hikayenin tam olarak hangi konu üzerine şekillendirildiğini yazmıyorum.

Nasıl uyarlamalı?

Tanrı'nın Formülü, sinemaya uyarlanması zor bir roman. Dan Brown romanları daha sinematik olmasına ve deneyimli bir ekibe emanet edilmesine karşın bekleneni veremedi. Yazarın nefes almanıza imkan tanımayan anlatısı ve detaycılığı uyarlamalarına yansıtılamadı. Dos Santos'un yedi kitaptan oluşan Thomas Noronha serisi çok geçmeden Hollywood'un radarına yakalanacak. Ancak bu seriye bir Dan Brown romanıymış gibi yaklaşılırsa sonuç yine hezimet olacaktır. Dan Brown uyarlamaları örnek alınmamalı, aksine o uyarlamalardan ders alınmalı! Öncelikle Thomas Noronha serisinin ikinci kitabı olsa da, sinema için yaratılacak seri, yazarı uluslararası üne kavuşturan Tanrı'nın Formülü ile başlamalı. Romanın ilk yarısının gerilimin yer yer yükseldiği bir macera olması ve ikinci yarısında kulvar değiştirerek gizemin çözümüne odaklanılması ve bunun da sonu gelmeyen açıklamalarla yapılması işi zorlaştırıyor. Klasik Amerikan macera filmi anlatısına ters düştüğü için Hollywood bu kitaba mesafeli yaklaşabilir. O zaman ne yapmalı? Hollywood yerine birkaç Avrupa ülkesinin bir araya gelerek girişeceği bir ortak yapımın daha iyi bir sonuç verebileceğini düşünüyorum. Elbette Tanrı'nın Formülü'nden bir macera veya bir gerilim filmi çıkarmaya çalışılmadığı takdirde. Uzun diyalogların kısaltılması ve bazı bölümlerin atlanması bir zorunluluk elbette ama romanın hakkını vermek ve fanlarını memnun edebilmek için giriştiğiniz sadeleştirmede dikkatli olmalısınız. Tanrı'nın Formülü'nden iyi bir film çıkarabilmenin yolu, bir stüdyo filmi çekmemekte ve senaristlerin özgürce çalışabilmesiyle mümkün olabilir. Uzun konuşmalar mümkün olduğunca korunabilirse yorucu ama konu edindiği teorilerle yakından ilgilenen seyircilere etkileyecek bir film çıkacağına eminim.

12 Ocak 2017

Şeytan bilinçaltında gizlidir: Incarnate


William Friedkin’in klasiği The Exorcist, şeytan çıkarma filmlerini korku sineması içinde özel bir alan açtı. 70’lerden bugüne farklı temsillerle bu filmler varlığını sürdürse de, şeytan çıkarma filmlerinin yaratıcı fikirlerle kendisini yenilediğini söyleyemeyiz. Ülkemizde 2016’nın son haftasında vizyona giren Incarnate’in ise alt türe yenilik getirme iddiası var. Brad Peyton’ın yönetmenliğini üstlendiği film, ne kadar iddiasız bir yapım olsa da türsel açıdan ne yapmaya çalıştığına bakmakta fayda var.

Ana karakterimiz Dr. Seth Ember, bedeni şeytan veya kötü ruhlar tarafından ele geçirilmiş insanların zihinlerine girerek onları kurtarabiliyor. Incarnate, şeytan çıkarma ritüeline dinsel değil, bilimsel yöntemle yaklaşıyor. Tanrının sözleri, haç ve kutsal su yerini insanın sözlerine ve bilime bırakıyor. Kötü ruhla savaşı bilinçaltına taşımak kuşkusuz ki iyi bir fikir ama uygulamadaki sorunlar ve filmin küçük düşünmesi Incarnate’in vasatın üstüne çıkmasını engelliyor. Senarist Ronnie Christensen, hikâyesini yazarken bilimkurgu sinemasının son dönem örnekleri The Cell ve Inception’dan açıkça etkilenmiş. The Cell’de katilin zihnine girerek esir tuttuğu kurbanını kurtarma fikri, burada şeytanın esir tuttuğu insanları kurtarma biçiminde hayat buluyor. Inception’ın ise aksiyonun ve heyecanın bilinçaltına taşınma düşüncesi, Incarnate’de korku yaratmaya hizmet ediyor. Ele geçirilmiş kişinin zihnine girmeden evvel, Dr. Ember’ın o kişiyi gerçekliğine döndürebilmek için kişisel bir nesne belirlemesi, Inception’da totem olarak kullanılan topacı akla getiriyor. Incarnate, bilimkurgu kadar korku sinemasından da etkiler taşıyor. A Nightmare on Elm Street’in rüyada öldürülenin gerçek hayatta da ölmesi fikri kopyalanıyor. Tıpkı Fallen’da kötü ruhun sadece dokunarak başka bir bedene geçebilmesinin kopyalanması gibi. Incarnate, pek çok filmden faydalansa da kullandığı fikirlerin üzerine yeni bir şey koyamadığı için seyircide çoğunlukla “Biz bu filmi çok gördük” hissiyatı yaratıyor. Kötü ruhun bir çocuğun bedenine girmesi gibi klişelerden bahsetmiyorum bile.

Rahiplerin kötü ruhla savaşma konusunda yetersiz kalmaları, şeytan çıkarma ayininin başarısız olması sonucunda bilimsel bir metottan medet umulması alt tür açısından iyi bir çıkış noktası esasında. Ancak metafiziğin alanına giren varlıkların, o varlıklarla savaşan bilim insanınca reddedilmemesi, bunun yerine bilimsel bir açıklama getirmeye çalışılmaması çok ilginç bir tercih. Belki de din-bilim çatışması ve inancın geri kazanılması gibi klişelere girilmek istenmediği için bu topa girilmemiş. Bu bir yandan olumlu bir tercihken, diğer yandan filmin dramatik yapısının zayıf kalmasına da yol açan sebeplerden biri. 

Dr. Ember’ın kötü ruhla kişiselleşen savaşıyla olaya zenginlik katılmak istenmesine rağmen ana karakterimiz başta olmak üzere tüm karakterlerin yeterince derinleştirilmemesi filmin belki de en büyük sorunu. Yönetmenin de ortalama bir iş çıkartması, Incarnate’in ilginç ama sıradan bir korku denemesi olarak kalmasına yol açmış. Son bölümündeki şaşırtmaca (sürpriz değil) fena olmasa da filmin, The Exorcist gibi bir korku klasiğinin yeşil kusmuk ve kafa çevirme numaralarına ciddiyetten uzak yaklaşımı hoş değil. The Exorcist'i temel alıyorsanız ve bir parodi de değilseniz saygı duymak zorundasınız.  5.5\10

10 Ocak 2017

70. BAFTA adayları açıklandı


La La Land'ın 11, Arrival ve Nocturnal Animals'ın ise 9'ar dalda adaylık elde ettiği BAFTA ödüllerinde adaylar açıklandı. Ödüller 12 Şubat'ta dağıtılacak.

En İyi Film
La La Land
Arrival
I, Daniel Blake
Manchester by the Sea
Moonlight

En İyi İngiliz Filmi
American Honey
Denial
Fantastic Beasts and Where to Find Them
I, Daniel Blake
Notes on Blindness
Under the Shadow

Yabancı Dilde En İyi Film
Dheepan
Julieta
Mustang
Son of Saul
Toni Erdmann

En İyi Yönetmen
Denis Villeneuve (Arrival)
I, Daniel Blake (Ken Loach)
La La Land (Damien Chazzelle)
Ken Lonergan (Manchester by the Sea)
Tom Ford (Nocturnal Animals)

En İyi Kadın Oyuncu
Amy Adams (Arrival)
Emily Blunt (The Girl on the Train)
Emma Stone (La La Land)
Meryl Streep (Florence Foster Jenkins)
Natalie Portman (Jackie)

En İyi Erkek Oyuncu
Andrew Garfield (Hacksaw Ridge)
Casey Affleck (Manchester by the Sea)
Jake Gyllenhaal (Nocturnal Animals)
Viggo Mortensen (Captain Fantastic)
Ryan Gosling (La La Land)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Hayley Squires (I, Daniel Blake)
Michelle Williams (Manchester by the Sea)
Naomie Harris (Moonlight)
Nicole Kidman (Lion)
Viola Davis (Fences)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Aaron Taylor-Johnson (Nocturnal Animals)
Dev Patel (Lion)
Hugh Grant (Florence Foster Jenkins)
Jeff Bridges (Hell or High Water)
Mahershala Ali (Moonlight)

En İyi Orijinal Senaryo
Hell or High Water
I, Daniel Blake
La La Land
Manchester by the Sea
Moonlight

En İyi Uyarlama Senaryo
Arrival
Hacksaw Ridge
Hidden Figures
Lion
Nocturnal Animals

En İyi Sinematografi
Arrival (Bradford Young)
Hell or High Water (Gilles Nuttgens)
La La Land (Linus Sandgren)
Lion (Greig Fraser)
Nocturnal Animals (Seamus McGarvey)

En İyi İlk Senarist, Yönetmen veya Yapımcı
Mike Carey, Camille Gatin (The Girl with all the Gifts)
George Amponsah, Dionne Walker (The Hard Stop)
Pete Middleton, James Spinney, Jo-Jo Ellison (Notes on Blindness)
John Donnelly, Ben Williams (The Pass)
Babak Anvari, Emily Leo, Oliver Roskill, Lucan Toh (Under the Shadow)

Yükselen Yıldız Ödülü
Laia Costa
Lucas Hedges
Tom Holland
Ruth Negga
Anya Taylor-Joy

En İyi Belgesel
13th
The Beatles: Eight Days a Week-The Touring Years
The Eagle Huntress
Notes on Blindness
Weiner

En İyi Animasyon
Finding Dory
Kubo and the Two Strings
Moana
Zootropolis

En İyi Kurgu
Arrival (Joe Walker)
Hacksaw Ridge (John Gilbert)
La La Land (Tom Cross)
Manchester by the Sea (Jennifer Larne)
Nocturnal Animals (Joan Sobel)

9 Ocak 2017

74. Altın Küre Ödülleri


En İyi Film (Drama): Moonlight

En İyi Film (Müzikal/Komedi): La La Land

En İyi Yönetmen: Damien Chazelle, La La Land

En İyi Erkek Oyuncu (Drama): Casey Affleck, Manchester by the Sea

En İyi Kadın Oyuncu (Drama): Isabelle Huppert, Elle

En İyi Erkek Oyuncu (Müzikal/Komedi): Ryan Gosling, La La Land

En İyi Kadın Oyuncu (Müzikal/Komedi): Emma Stone, La La Land

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Aaron Taylor Johnson, Nocturnal Animals

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Viola Davis, Fences

En İyi Senaryo: Damien Chazelle, La La Land

En İyi Film Müziği: La La Land

Yabancı Dilde En İyi Film: Elle (Fransa)

En İyi Animasyon: Zootopia

2 Ocak 2017

Bir Zamanlar Sinema öneriyor - #57 Socrates


Roberto Rossellini’nin Tv filmlerine yöneldiği son döneminin en parlak ürünü olan Socrates filmi, insanlık tarihinin en büyük düşünürlerinden Socrates’in son dönemine ışık tutuyor. Yönetmenin klasik anlatısının dışına çıktığı film, bir belgesel niteliği taşımakla birlikte, sinema duygusunu sonuna kadar hissettirmeyi başarıyor. Rossellini’nin filmi, akılcı bir tercihle Socrates’in hayatındaki en can alıcı dönemi ele alıyor: Yargılanmasını, ölümünü ve Socrates’i o noktaya götüren süreci…

Bir Tv filmi olmasına ve 70’li yılların şartlarını düşündüğümüzde prodüksiyon kalitesiyle şaşırtan Socrates, öncelikle Antik Yunan’da doyumsuz bir yolculuğa çıkarıyor bizi. Bu yolculukta bizler birer öğrenci ve birer gözlemciyiz. Atina ile Sparta arasında gerçekleşen Peloponez Savaşı sonrasında, oligarşik sistemle yönetilmeye başlayan Atina’nın bir portresini çizerek açılan film, Socrates ve öğrencilerine odaklandığında düşünsel bir şölene dönüşüyor. Film, bir bakıma “Yeni başlayanlar için Socrates” olarak görülebilir. Çünkü Socrates ete kemiğe büründüğü için hem kişiliğiyle hem felsefesi hem de duruşuyla onu tanımayanları etkilemekte hiç zorlanmayacaktır. Film bittikten sonra ister istemez kendinizi Socrates’in Savunması’nı okurken bulmanız olası diyebilirim. Büyük oranda Socrates’in Savunması üzerine kurulan film, Socrates’in bilgeliğinin seyirciye geçirilmesi hususunda kusursuz bir iş çıkarıyor. Senaryo öyle incelikli diyaloglarla bezenmiş ki, filmle birlikte Socrates’e bir kez daha hayran oluyorsunuz.

Atina’nın tanrılarına inanmamak, yeni inançlar aşılamak ve gençlerin ahlakını bozmak gibi ithamlarla yargı önüne çıkarılan Socrates, hayatı boyunca edindiği düşmanlıkların kurbanı olurken, erdemli duruşu, doğruluktan şaşmaması ve bir adalet timsali olmasıyla bugün hala insanoğlunu etkilemeyi sürdürüyor. Daha çok bilgi ve bilgelik hakkında söyledikleri, düşünce tarzı ve dünya görüşüyle konuşulup tartışılsa da Rossellini filmde az önce bahsettiğimiz yönlerini öne çıkarıyor. Özel hayatıyla ilgili pek bir şey bilinmediği için filmde de Socrates’in eşi ve çocuklarıyla ilişkisi yüzeysel bir biçimde işleniyor. Bu durum filmin hanesine bir eksi olarak yansımıyor çünkü zaten seyircinin ilgilendiği Socrates ve onun düşünceleri… Ve o düşüncelerin öğrencileri ve karşıtları üzerinde bıraktığı etkiden başka bir şey değil. Mutlak gerçeğe ulaşmanın yıldızlara ulaşmak kadar zor olduğunun farkında olsa da o gerçeği aramaktan ve savunmaktan vazgeçmeyen Soctares’in ölüm karşısında soğukkanlı duruşunun arkasında mutlak bilgiye ulaşmanın yegâne yolunun ölüm olduğunu düşünmesi yatıyor. Bu düşünce de ölümden kaçmak yerine onun üzerine koşa koşa gitmesini ve sükûnetini korumasını açıklıyor. Ölümü bekleyişi sırasında dahi öğrencilerini eğitmekten vazgeçmeyen Socrates’i anlamak, gerçek bilginin ne olduğunu anlamakla alakalı diye düşünüyorum. Bilginin değersizleştiği çağımızda, internet gençliği bunu ne kadar anlayabilir işte orası muamma.

Sokrates’in Savunması’nın özeti niteliğindeki duruşma sahnesi, savunmayı okumuş olsanız da sizi çarpacak ve derin düşüncelere dalmanıza yol açabilecek kadar iyi çekilmiş. Filmin son bölümü ise önce kahkaha attıracak, sonra kanınızı donduracak ve nihayetinde huzur verecek. Socrates’i anlayan bir ekibin elinden çıktığı çok belli olan film, gerçek bir hazine değerinde.

Not: Yazıda kullanılan resim, Fransız ressam Jacques-Louis David'in Socrates'in Ölümü adlı eseridir.