Remake etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Remake etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2017

Kabukta Saklanan Öz: Ghost in the Shell


90’lı yılların bilimkurguları içinde özel bir yeri olan Mamoru Oshii imzalı anime Ghost in the Shell, yakın gelecekte hayat bulan hikâyesini sanal gerçeklik ve makine-insan bütünleşmesi temaları etrafında kurgulamış ve varoluşunu sorgulayan ana karakteriyle derinlikli bir siberpunk bilimkurgu şaheseri yaratabilmişti. Daha sonra devam bölümü de çekilen anime, 2000’ler bilimkurgu sinemasını en çok etkileyen The Matrix’in esin kaynağı olmasıyla da ayrı bir öneme sahip. Japon bilimkurgu sinemasının iftihar kaynaklarından biri olan Ghost in the Shell’in bir süredir konuşulan live-action uyarlaması bu hafta ülkemizde vizyona girdi. 

Yeniden yapımları, film özellikle yakın tarihli ise haklı olarak acımasızca eleştiriyoruz. Bu bakımdan Ghost in the Shell de yakın tarihli yeniden yapımlar içine dâhil edilerek eleştirilebilir. Ancak hayranlıkla izlediğimiz bir animeyi live-action olarak sinemada izleme fikri proje duyurulduğundan bu yana hiç de kötü bir fikir gibi gelmedi. Çünkü animenin dünyasını kanlı canlı görebilme fikri remake’yi cazip bir hale getirdi. Peki, sonuç ne oldu? Snow White and the Huntsman ile kariyerine başlayıp, otalama bir iş çıkaran Rupert Sanders’ın yönetmenlik koltuğuna oturduğu film beklentileri karşıladı mı? Bu sizin filmi hangi beklentiyle izlediğinize bağlı diyerek detaylara geçelim.

Tahmin ettiğimiz gibi Mamoru Oshii’nin anlamakta biraz çaba sarf etmemiz gereken animesi, anlaşılma kaygısı sebebiyle basitleştirilmiş. Yalnız yapılan değişiklikleri sadece basitleştirme olarak görmemek gerekiyor. Yeniden yapım kararı alındığında şu soru masaya yatırılmış: Ghost in the Shell’in live-action remake’i orijinal filmin bir kopyası mı olacak, yoksa kendi yolunu mu bulmaya çalışacak? Bu soruya bulunan cevap; orijinal filmi kopyalarken kendi yolunu çizen bir Ghost in the Shell yaratmak… Bu ne demek? Ghost in the Shell’in dünyasını, atmosferini, karakterlerini ve kimi sahnelerini kopyalamak, değişimi ise hikâye üzerinden yapmak. Bu düşüncenin uygulanması, 2017 model Ghost in the Shell’in hem aleyhine hem de lehine gelişmiş. Aleyhine gelişmiş çünkü hikâyede yapılan değişiklik, varoluşçu bilimkurgu etiketinin atılmasına yol açmış. Yeni hikâye gereği filmde Puppet Master yok. Onun rolünü kısmen üstlenen başka bir karakter yaratılmış. Puppet Master’ın olmaması ölüm, doğum, özgür irade gibi kavramların sorgulanmaması ve soyut varlığın somutluk kazanma arzusundan vazgeçilmesi anlamına geliyor. Bu da özünden bir nebze uzaklaşan bir Ghost in the Shell demek. Puppet Master’ın amacı farklı, başka bir karakterle (Kuze) değiştirilmesi filmin felsefesinde koca bir gedik açılmasına sebep olmuş. Ancak bu Ghost in the Shell’in felsefesinin tamamen görmezden gelindiği anlamına gelmiyor. Çünkü hikâyenin ruha açılan penceresi kapatılmıyor. Ruh kabukta yaşamını sürdürebiliyor, insan olmanın ne anlama geldiği ince nüanslarla veriliyor ve ruh-beden ayrımı üzerine düşündürmeyi başarıyor film. Dolayısıyla eksik de olsa Ghost in the Shell’in felsefesinin bu yeniden yapımda da olduğunu belirtelim.

Filmin omurgası kasten kırılıp yerine başka bir omurga yerleştirildiğini görüyoruz. Bu yeni omurga Ghost in the Shell’in koşmasına imkân vermese de yürümesini sağlıyor diyebiliriz. Çünkü yeni hikâye hybrid cyborg’un, yani ana karakterimizin kendi gerçekliğini sorgulama-bulma yolculuğuna açılıyor. Rupert Sanders’ın Ghost in the Shell’i hybrid cyborg’un kimlik sorununu odağına alarak fark yaratmayı deniyor. Fark yaratma hususunda başarılı ama meyi ne kadar doğru yaptığı tartışılır. Yapılan değişikliği, Ghost in the Shell’i Amerikan bilimkurgu sinemasına adapte etme girişimi olarak da değerlendirebiliriz. Komplike hikâyeyi basitleştirmek, filmin tüm meselesini ana karakter üzerinde yoğunlaşarak anlatmak ve bunu yaparken de referansları kendi sinemasından almak… 2017 model Ghost in the Shell’in dünyasıyla olmasa da hybrid cyborg karakteriyle RoboCop ile Universal Soldiers’a yanaştığını söylemek zorundayız. Makine-insan bütünleşmesi temasının daha ayrıntılı işlenmesi ve insanoğlunun geleceğine dair söyledikleri filmin artıları. İlk yarısında orijinal yapımı kopyaladığı için tökezleyen film, ikinci yarısında kendi hikâyesini anlatmaya başlayarak yükselişe geçiyor. Yükselişin sebebi ana karakterimizin bir nebze olsa da derinleştirilebilmesi ve bir yeniden yapım izlerken merak unsurunun ayakta tutulabilmesi. Bu da yeniden yapımın lehine olmuş. 1995 tarihli anime, görsel dokusunu ve dünyasını Blade Runner'ı örnek alarak yaratmıştı. Sanders'ın filmi de Blade Runner'ın izinden gidiyor. Burada daha canlı renkler kullanıldığını, Blade Runner'a göre oldukça steril bir şehir tasarlandığını görüyoruz. 

Son söz: Mamoru Oshii’nin anlatısını ve orijinal filmin tematik bütünlüğünü bulamadığımız için eleştirmekten geri durmayacağımız 2017 model Ghost in the Shell, görselliği, aksiyon sahnelerindeki iyi işçiliği ve fark yaratma çabasıyla iyi hatırlanacak. 7\10

26 Mart 2014

Kısa kısa... Evil Dead (2013)


Teen slasher alt türünü doğa üstüyle harmanlayan The Exorcist’ta şeytanın bir genç kıza musallat olma durumunu farklı biçimde uygulayan Sam Raimi’nin kült mertebesine erişen 1981 yapımı ilk uzun metrajı The Evil Dead, orijinal filmin yıldızı Bruce Campell’ın yapımcılığında yeniden karşımızda. Bu kült filme güncel bir yorum getirme amacıyla yola çıkan Fede Alvarez, ilk iş olarak Raimi’nin parodi düşüncesini ve orijinal filmin mizahi yapısını çöpe atarak girişmiş filme. En büyük hatayı da burada yapmış Alvarez çünkü The Evil Dead’i kült yapan Raimi’nin kendini ciddiye almayan tavrıydı. Kafasında belli ki 2000’li yılların bol kanlı ve oldukça sert olan korku filmlerinin yeni bir örneğini çekmek var yönetmenimizin. Hikayede yapılan kimi değişiklikler ve yeni karakterler başta bir artı olarak görünse de film ilerledikçe 2013 model Evil Dead’in bir grup genç tatilini geçirmek için ıssız bir bölgeye gider biçiminde hayat bulan klişe korku filmlerinden hiçbir farkı olmadığını anlıyoruz. Alvarez elektrikli testere, ormanın tecavüzü gibi ilk filmin unutulmaz detaylarını kullanarak Raimi’nin filmine saygı duruşunda bulunuyor. Kan gölüne çevirdiği finali ve filmin genel olarak atmosferi iyi olsa da vasatın üzerine çıkarmaya yetecek detaylar değil Evil Dead’i. Son olarak Alvarez’in yenilik getirme adınaı kötü ruhu Fallen’da olduğu gibi bedenden bedene transfer etmesi ve olay akışını bunun üzerine kurması Evil Dead’in kimyasını bozan (mizahın sıfırlanmasıyla beraber) en önemli detay diye düşünüyorum. 5\10

13 Temmuz 2013

İlk İzlenim: "Carrie"


1976'da Brian De Palma'nın 'Carrie' adıyla sinemaya uyarladığı ilk Stephen King romanı olan 'Göz', aynı zamanda King romanlarından yapılmış ilk uyarlamadır. De Palma'nın özellikle korku ve gerilim filmlerinde alametifarikası haline gelen biçimci üslubuyla harikalar yarattığı Carrie'yi, bugün korku sinemasının en iyi örneklerinden biri olarak kabul ediyoruz. Ve dönüp dolaşıp kültleşmiş bir filmin yeniden önümüze sürülmesinin ne gereği vardı demeden de kendimizi alamıyoruz.

Carrie White adlı utangaç bir genç kızın, genç kızlığa adım atarken annesinden gördüğü psikolojik baskı ve bunun yanında arkadaşlarınca dışlanmasının da etkisiyle telekinetik güçlerinin açığa çıkışı ve yaşadığı küçük kasabayı cehenneme dönüştürmesi etrafında dönen hikaye, yeni bir yorumla karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. 2013 model Carrie'nin yönetmen koltuğunda Kimberly Peirce otururken, Carrie rolünde son dönemin genç yeteneklerinden Chloe Moretz'i, onun annesini olarak da Julianne Moore'u göreceğiz.

Fragman Ne Söylüyor?

Son dönem Amerikan korkularının bir çoğu yeniden yapımlardan oluşuyor. Genellikle bu filmlerde yaratıcılığın yerini görselliğin ve efektlerin aldığını görüyoruz. Carrie'nin fragmanına baktığımızda hikayenin bugüne taşınması dışında büyük bir değişiklik görünmüyor. Bununla birlikte daha uzun ve kısmen farklı bir final göz kırpıyor. En önemli nokta ise De Palma'nın Carrie'si yerine King'in romanının baz alınması. Bu doğrultuda yorum farkı, bir remake olarak yeni Carrie'nin avantajı olacaktır. Ancak, fragmanı izlediğimizde hikayeye modern bir yorum getirmekten başka bir iddiası olmadığını ve King'in de De Palma'nın getirdiği yorumu kendisininkinden daha başarılı bularak, yönetmen faktörünün altını çizdiğini hatırlatalım. Yeni filmin yönetmeni Kimberly Peirce, Boys Don't Cry'la tanınan yetenekli kadın yönetmenlerden. O filmde olduğu gibi hikayenin duygusal yönünü açığa çıkarma anlamında başarılı olacağını düşünüyorum. Genç yetenek Chloe Moretz'e de büyük bir rol düşüyor. Sissy Spacek'in yerini ne derece doldurur bilemiyorum ama başarılı olacağına inanıyorum.

Son söz: 8 Kasım 2013'de vizyona girmesi planlanan Carrie, orijinal filmi izlememiş olanları tatmin edecek gibi görünüyor. De Palma'nın Carrie'sine tutkuyla bağlananları ise asla..!


16 Kasım 2011

Çekilmemeli, Çekilemez, Çektirmeyiz !!!

Son dönemde gelen remake (yeniden çevrim) haberleri üzerine kağıdı kalemi aldım elime, (evet hala kağıt, kalem kullanıyorum) başladım düşünmeye; Ne oluyor, nereye gidiyoruz diye! Hollywood, içine düştüğü bu dar boğazdan çıkamazsa olan biz sinemaseverlere olacak. Baş tacı ettiğimiz kült ve klasik filmleri doğal olarak hafızalarımızda yer ettiği halleriyle hatırlamak istiyoruz. Her gün yeni bir remake haberiyle uyanmak ve daha hangi filmlerin yağmalanacağı endişesi can sıkıcı bir durum oluşturmakta.

Sırada hangi filmler olabilir adlı zihin egzersizinin ardından küçük bir liste bile çıkarttım kendime. Tam o an başlık düştü aklıma. Çekilmemeli, Çekilemez, Çektirmeyiz dediğim ilk filmler Stanley Kubrick başyapıtları oldu haliyle: Clockwork Orange, Full Metal Jacket, The Shining vs. Özellikle The Shining'in Stephen King romanı olması ve yazarın mevcut uyarlamadan hazzetmemesi iyiye işaret değil söyleyeyim. Stanley Kubrick, Alfred Hitchcock, Sam Peckinpah, Andrey Tarkovski gibi kaybettiğimiz usta yönetmenlerin filmlerinin yeniden çevrimini yapmak hayatta olanlarınkine kıyasla daha kolay. Zaten Hitchcock'un en meşhur filmi "Sapık", 1998 yılında Gus Van Sant tarafından birebir tekrarlandı. Sırada da yine bir Hitchcock klasiği olan "Kuşlar" var. Sam Peckinpah'ın başyapıtı Straw Dogs ise 2012 yılı içerisinde remake'i ile karşımızda olacak maalesef. Çekilmemeli, Çekilemez, Çektirmeyiz başlığındaki listeye dönecek olursak; Daria Argento'nun korku klasiği Suspiria, David Cronenberg'in Videodrome adlı kült filmi, Roman Polanski'nin Chinatown ve Rosemary Baby'si, Epik filmlerin babası Ben-Hur, Luc Besson'un unutulmaya yüz tutmuş filmi Nikita, Terry Gilliam'ın Brazil'i Andrey Tarkovski'nin Stalker'ı ve herhangi bir Steven Spielberg filmi ilk aklıma gelenler oldu. 

Stalker
Söz konusu yeniden çevrimler olunca Wes Craven'e ayrı bir parantez açmak şart oldu. Kendi filmlerinin yeniden çevrimine önayak oluyor. Dünden razı bir havası var ustanın. Ya Michael Haneke'e ne demeli? Sen git Funny Games adlı filmini Hollywood'da Amerikalı oyuncularla hiç bir değişiklik yapmadan baştan çek. Ne lüzumu var? 

Ç Ç Ç'nin Çektirmeyiz kısmını hafife almayın derim. Milyonlarca hayranı olan kült bir filmin remake haberi karşısında sosyal medya aracılığıyla gösterilecek organize bir tepki belli mi olur yapımcılara geri adım bile attırabilir. Çok zor görünse de imkansız değil. Star Wars fanlarının George Lukas üzerindeki etkisini unutmayalım. Yeniden çevrimler yeni değil elbette. Zamanında Brian De Palma, Howard Hawks klasiği Scarface'in yeniden çevrimine imza attı ve inanılmaz bir başarı yakaladı. David Cronenberg'in The Fly'ı da bir remake ve aynı şeyler söylenebilir. Geçen ay vizyona giren The Thing, yine bir remake olan 1982 yapımı John Carpenter klasiğinin öncesini anlatıyor. Suyunun suyu yani. Benzer bir projeye de Ridley Scott girişti. 1979 yılında başlattığı ve devam filmlerini çekmeye yanaşmadığı Alien'ın öncesini anlattığı filmi "Prometheus"un çekimlerini tamamladı bile. Açıkçası remake yerine  bu tip projelere yönelmek daha mantıklı.

A Nightmare on Elm Street
Son dönemde özellikle korku ve bilim-kurgu klasiklerine yöneliş var. A Nightmare on Elm Street onca devam filminden sonra ve hafızalarda tazeyken çok gereksiz bir remake ile çıktı karşımıza. John Carpenter filmleri yağmalandı adeta. Halloween, The Fog, Assault on Precinct 13, The Thing şimdi de Escape from New York'un adı anılmakta. Bugün Martin Scorsese, David Fincher ve Coen biraderler gibi usta ve yaratıcı yönetmenlerin de bu furyaya katıldıklarını, hiç olmazsa eli yüzü düzgün filmler çıkardıklarını görüyoruz. (Fincher'ın filmini görmedik henüz)

Yeniden çevrimlerin iyi tarafıysa (var mı ki dediğinizin farkındayım) Belki de hiçbir zaman izleyemeyeceğimiz, kenarda köşede kalmış iyi bir filmi farketmemizi sağlaması veyahut örneği az da olsa orjinalinden daha şık bir filmin çıkabilme olasılığıdır. Örneğin Kore yapımı İnternal Affairs televizyonda defalarca kez karşıma çıktı. Filmle ilgili bilgim olmadığı için hiç yüz vermedim. İtici geldi bana. Sonra Martin Scorsese'nin The Departed adlı remake'i çıkageldi. İyi bir polisiye örneği izlemiş olduk. Japon korku filmi Ringu'nun yeniden çevrimi Halka için de benzer şeyler düşünüyorum.
Son Söz: Görünen o ki: Amacı para kazanmak olan Hollywood remake'lere biz de "Şu filmi izledin mi?" "İzlemedim. O film aslında şu filmin yeniden çevrimi, sen asıl onu bi izle" demeye devam edeceğiz.