21 Eylül 2013

Bilimkurgu Edebiyatından Sinemaya: En İyi 10 Uyarlama


Bugün bilimkurgu sinemasında köşe taşı olarak adlandırabileceğimiz filmlerin tabanında; Jules Verne, H.G Wells, Arthur C. Clarke ve Phillip K. Dick gibi büyük yazarların ve dolayısıyla da bilimkurgu edebiyatının yattığını söyleyebiliriz. 19. yüzyılda emeklemeye başlayan bilimkurgu edebiyatı, sinemanın sahne almasıyla 20. yüzyılın başında ilk buluşmasını gerçekleştirdi. Georges Melies’in Jules Verne’in ‘Dünya’dan Aya’ ve H.G. Wells’in ‘Ay’daki ilk İnsanlar’ adlı romanlarından yaptığı uyarlama ‘Aya Seyahat’, bilimkurgu sineması için bir milattır. Kısa sürede bilimkurgu edebiyatı, bilimkurgu sinemasını besleyen başlıca kaynak konumuna gelirken, hayal gücü ve fantazyaların görselleşmesi de bilimkurgusal hikaye, öykü ve romanlara duyulan ilgiyi artırmıştır. Edebiyat sinemayı, sinema da edebiyatı beslemiştir diyebiliriz. 1902’de Aya Seyahat’le başlayan ve bugün Cloud Atlas gibi filmlere uzanan bir yolculuk bu. Şimdi gelin bilimkurgu edebiyatı-sinema birlikteliğinin en iyi örneklerine bakalım.

Not: Bu dosyayı Klaket Aktüel Dergisi için hazırlamıştım

10 - Minority Report


Phillip K. Dick’in 1956’da yayımlanan öyküsü Minority Report aynı adla Steven Spielberg’in yönetmenliğinde sinemaya aktarıldı. Hikaye, 2054’de suçluların suçu işlemeden tespit edilip cezalandırıldığı yakın bir gelecekte vuku bulmaktadır.  Birimin başındaki isim John Anderton bir sonraki suçlunun kendisi olduğunu öğrendiğinde kaçacak ve olayı aydınlatmaya çalışacaktır.  Spielberg, önce refah içinde yaşayan bir toplum resmi çizerken, ana karakterimizin Richard Kimblevari bir kaçağa dönüşmesiyle kamerasını şehrin kokuşmuş kısımlarında gezdiriyor. İnsanın kendi kaderini belirleyip belirleyemeyeceği sorunsalını bir future-noir hikayesinde irdeleyen, mavimtrak atmosferiyle Blade Runner, Dark City gibi klasiklerin izinden giden Minority Report, uyarlandığı hikayenin üzerine koyan bir film.

9-  Frankenstein


Bilimkurgu edebiyatının öncü örneklerinden olan Mary Shelley’nin Frankenstein’ı ilk bakışta bir korku ürünü olarak algılansa da özü itibariyle bilimkurgudur.  50’li ve 60’lı yıllarda sıkça karşımıza çıkan çılgın bilim adamının kaosa sebep olduğu hikayeler varlığını Frankenstein’a borçlu. 1931 tarihli ilk uyarlama bugüne dek yapılmış sayısız Frankenstein filmi arasında halen erişilmez bir noktadır. Romandaki Tanrıya baş kaldırma, kendini ona eş değer görme vb. alt metinler Frankenstein’ın daima bir canavar filmi yaklaşımıyla ele alınması nedeniyle layıkıyla yansıtılamamıştır. James Whale’in bu ilk filmi gotik mimariyi görselleştirme, korku ve bilimkurgusal öğeleri minimal ama etkili kullanma ve Boris Karloff’un unutulmaz Frankenstin’in canavarı yorumu gibi artılarıyla hep iyi anımsanacak.

8- Total Recall


Yine bir Phillip K. Dick uyarlaması. Filme kaynaklık eden kısa hikaye ‘We can remember ıt for you wholesale’  Paul Verhoven’ın ellerinde vücut buluyor. Mars’a dair rüyalar gören Douglas Quaid, insanları Mars’a sanal tatile yollayan Rekall adlı şirkete başvurur ve bu yolculuk gerçek kimliğinin ortaya çıkmasına neden olur. Total Recall, 80’lerde bir kimlik kazanmaya başlayan bilimkurgu aksiyonların 90’lı yıllardaki ilk temsili olurken janrın 90’lı yıllarda sıkça kullanacağı ‘Sanal gerçeklik’ konusun değiniyor ve Verhoven’ın türe bakışı doğrultusunda gücünü görsel efektlerinden, atmosferinden, başarılı makyaj çalışmasından ve Arnold Schwarzenegger’in o dönemki popülaritesinden alıyor.

7- The Thing


John W. Campbell’ın ‘Who Goes There?’ adlı hikayesinin bu ikinci uyarlaması, korkunun efendisi John Carpenter’ın altın dönemine yani 80’li yıllara denk düşüyor. Şekil değiştirebilen, uzaylı bir yaratığın Antarika’da bir bilimsel araştırma istasyonuna musallat olmasıyla gelişen hikaye, temel aldığı romana sadık kalmaktansa onu dönemine daha uygun ve seyirci için de daha cazip hale getiriyor. Öncülü Alien’la aynı formülü kullanan, ani korkutma hilelerinden ziyade gücünü yarattığı klostrofobi ve paranoyadan alan bir bilimkurgu\korku filmi The Thing. Karlarla kaplı, uçsuz bucaksız ve tekinsiz atmosferi, yaratıcı görsel efektleri ve en önemlisi Carpenter dokunuşuyla bir klasiğe dönüşüyor.

6- Solaris


Stanıslaw Lem’in klasiği Solaris, Andrey Tarkovski’nin yönetmenliğinde 60’lı yılların sonunda janrın geçirdiği değişimin ilk yansımalarından biri olarak çıktı karşımıza. Tarkovski, romanı kendi sinemasına uyum sağlayacak şekilde yoğurdu. Solaris gezegenindeki uzay üssünde Dr. Calvin’in iç dünyasına bakmayı deneyen Tarkovski, bu ana karakterden yola çıkarak İnsanlığın varoluşu, gezendeki yeri gibi felsefik sorgulamalara girişip canlı bir organizma olduğu varsayılan Solaris gezeni ve bu gezegenin uzay üssünde yaşattığı metafiziksel oluşlarla bir bilim insanının içine düştüğü çelişkiye odaklanıyor. Sonuç olarak Solaris 70’ler bilim kurgusunun nadide örneklerinden biri olup çıkıyor.

5- Dr. Strangelove or: How I Learned to stop Worrying and Love the Bomb?


Stanley Kubrick’in Peter George’un Red Alert romanını alıp ona yeni bir hüviyet kazandırma çabası, bir klasiğin doğuşu anlamına geliyor. Soğuk savaş paranoyasının 50 ve 60’lar bilim kurgusunu esir aldığı dönemin göbeğinde aklını kaçıran bir subayın, kıyameti getirebilecek nitelikte bir bombayı ateşlemesi sonrasında yaşananları bir güldürü havasında işlemek tam da Kubrick’ten beklenebilecek zekice bir hamleydi. Film, insanoğlu kaderini teknolojinin ellerine bıraksa da insan faktörünü devre dışı bırakamaz söylemiyle kötücül bir sona ulaşıyor. Üç farklı karaktere can veren Peter Seller’ın kompozisyonu ise bu kara mizah başyapıtının en leziz ayağını oluşturuyor.

4- Planet of the Apes


Çok uzak bir gelecekte, maymunların hüküm sürdüğü bir dünya tablosu çizen Pierre Boulle fantezisi ‘Le Planete des singes’, 1968’de Franklin J. Schaffner yönetmenliğinde yolu sinemayla kesişen romanlar kervanına katılıyor ve gişe başarısıyla türün makus talihini değiştiren, yeni uyarlamaların önünü açan filmlerin başını çekiyor. Schaffner’ın filmi evrim teorisini ters-yüz edip kendi gerçekliğini yaratmasını bilmiştir. Bizdeki adıyla Maymunlar Cehennemi; hikayenin düşünsel alt yapısını yansıtabilmesi, sinematografisi, dönemi için başarılı makyaj çalışması ve etkisinden bir şey kaybetmeyen sürpriz finaliyle bir post-apokaliptik bilimkurgu başyapıtı.

3- A Clocwork Orange


İnliltere’de yasaklanan Anthony Burgess romanı A Clockwork Orange, Stanley Kubrick için biçilmiş bir kaftandı. Film, çetesiyle insanlara şiddet uygulayan Alex’in, bunun sonucunda hapse atılması, yeni geliştirilen ve deneme aşamasında olan bir tedavi yöntemi için gönüllü olup iyileşmesi, toplum arasına karışması ve artık şiddet uygulayan değil, şiddete maruz kalan bir bireye dönüşümünü anlatır. Kısaca insanın karanlık tarafına bakan, iyi-kötü algısına ve bireysel şiddetin önüne geçmenin çözümsüzlüğüne kadar pek çok noktaya değinen, sözünü sakınmayan cesur bir film A Clockwork Orange. Burgess’ın bol katmanlı hikayesine Kubrick yorumu ve onun eşsiz sinema dili de eklenince ortaya sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri çıkıyor. Hikayenin yakın gelecekte geçiyor oluşu ve Kubrick’in görsel tercihleri filme tam bir bilimkurgu gözüyle bakılamamasına sebep olduğunu da ekleyelim.

2- Blade Runner


Phillip K. Dick’ten yapılmış en başarılı uyarlama Blade Runner, uyarlanan roman ise ‘Do Androids Dreams of Electric Sheep’dir. 2019’un Los Angeles’ında kolonilerinden kaçan 6 android ve bu androidleri yakalama göreviyle peşlerine düşen eski polis Deckard’ın hikayesi, türe hakim bir isim olan Ridley Scott’ın yönetmenliğinde; makine-insan, yaratıcıyla buluşma ve varoluş gibi temalar etrafında  gidip gelen  bir Future Noir’e dönüşüyor. Geleceğin dünyasında geçen bir dedektiflik öyküsünde hayatın anlamı üzerine kelam eden, bunu da kusursuz bir görsellikle bütünleyen Blade Runner 80’lerde gün yüzüne çıkan ve Siberpunk denilen bir alt türün ilk ve en önemli temsilcilerindendir. Peşi sıra çekilecek bilimkurguların çoğunu derinden etkilemeyi başarmış distopik bir başyapıt.

1-  2001: A Space Odyssey


Stanley Kubrick, Arthur C. Clarke’ın ‘The Sentinel’ adlı kısa hikayesindeki ışığı görmüş ve yazarla kafa kafaya verip destansı bir bilimkurgu şaheseri yaratmıştır. İnsanın doğuşundan uzay çağına ve sonsuzluğun ötesine uzanan filmde Kubrick, üç parçalı bir anlatı yeğliyor. Maymundan mekanikleşen insana oradan da yeni bir insan formuna evrilen türümüz ve tasavvur edemediğimiz bir bilgelik masaya yatırılıyor. Kubrick’in zamanını aşan filmi, janrı ayağa kaldırmakla kalmıyor düşünsel bilim kurgu çağını da müjdeliyor. 2001: A Space Odyssey; sırrına vakıf olamadığımız, görsel, işitsel, metafiziksel bir deneyim yaşatıyor ve Kubrick’in mükemmelliğe erişen yönetmenliğiyle devleşip bilim kurgu sinemasının zirvesine oturuyor.