Bugün bilimkurgu sinemasında köşe taşı olarak adlandırabileceğimiz filmlerin
tabanında; Jules Verne, H.G Wells, Arthur C. Clarke ve Phillip K. Dick gibi
büyük yazarların ve dolayısıyla da bilimkurgu edebiyatının yattığını
söyleyebiliriz. 19. yüzyılda emeklemeye başlayan bilimkurgu edebiyatı, sinemanın
sahne almasıyla 20. yüzyılın başında ilk buluşmasını gerçekleştirdi. Georges
Melies’in Jules Verne’in ‘Dünya’dan Aya’ ve H.G. Wells’in ‘Ay’daki ilk İnsanlar’
adlı romanlarından yaptığı uyarlama ‘Aya Seyahat’, bilimkurgu sineması için
bir milattır. Kısa sürede bilimkurgu edebiyatı, bilimkurgu sinemasını
besleyen başlıca kaynak konumuna gelirken, hayal gücü ve fantazyaların
görselleşmesi de bilimkurgusal hikaye, öykü ve romanlara duyulan ilgiyi
artırmıştır. Edebiyat sinemayı, sinema da edebiyatı beslemiştir diyebiliriz. 1902’de
Aya Seyahat’le başlayan ve bugün Cloud Atlas gibi filmlere uzanan bir yolculuk bu. Şimdi gelin bilimkurgu edebiyatı-sinema birlikteliğinin en iyi örneklerine
bakalım.
Not: Bu dosyayı Klaket Aktüel Dergisi için hazırlamıştım
10 - Minority Report
Phillip
K. Dick’in 1956’da yayımlanan öyküsü Minority Report aynı adla Steven Spielberg’in
yönetmenliğinde sinemaya aktarıldı. Hikaye, 2054’de suçluların suçu işlemeden
tespit edilip cezalandırıldığı yakın bir gelecekte vuku bulmaktadır. Birimin başındaki isim John Anderton bir
sonraki suçlunun kendisi olduğunu öğrendiğinde kaçacak ve olayı aydınlatmaya
çalışacaktır. Spielberg, önce refah
içinde yaşayan bir toplum resmi çizerken, ana karakterimizin Richard Kimblevari
bir kaçağa dönüşmesiyle kamerasını şehrin kokuşmuş kısımlarında gezdiriyor.
İnsanın kendi kaderini belirleyip belirleyemeyeceği sorunsalını bir future-noir
hikayesinde irdeleyen, mavimtrak atmosferiyle Blade Runner, Dark City gibi
klasiklerin izinden giden Minority Report, uyarlandığı hikayenin üzerine koyan
bir film.
9- Frankenstein
Bilimkurgu edebiyatının öncü örneklerinden olan Mary Shelley’nin Frankenstein’ı ilk
bakışta bir korku ürünü olarak algılansa da özü itibariyle bilimkurgudur. 50’li ve 60’lı yıllarda sıkça karşımıza çıkan
çılgın bilim adamının kaosa sebep olduğu hikayeler varlığını Frankenstein’a
borçlu. 1931 tarihli ilk uyarlama bugüne dek yapılmış sayısız Frankenstein
filmi arasında halen erişilmez bir noktadır. Romandaki Tanrıya baş kaldırma,
kendini ona eş değer görme vb. alt metinler Frankenstein’ın daima bir canavar
filmi yaklaşımıyla ele alınması nedeniyle layıkıyla yansıtılamamıştır. James
Whale’in bu ilk filmi gotik mimariyi görselleştirme, korku ve bilimkurgusal
öğeleri minimal ama etkili kullanma ve Boris Karloff’un unutulmaz
Frankenstin’in canavarı yorumu gibi artılarıyla hep iyi anımsanacak.
8- Total
Recall
Yine
bir Phillip K. Dick uyarlaması. Filme kaynaklık eden kısa hikaye ‘We can
remember ıt for you wholesale’ Paul
Verhoven’ın ellerinde vücut buluyor. Mars’a dair rüyalar gören Douglas Quaid,
insanları Mars’a sanal tatile yollayan Rekall adlı şirkete başvurur ve bu
yolculuk gerçek kimliğinin ortaya çıkmasına neden olur. Total Recall, 80’lerde
bir kimlik kazanmaya başlayan bilimkurgu aksiyonların 90’lı yıllardaki ilk
temsili olurken janrın 90’lı yıllarda sıkça kullanacağı ‘Sanal gerçeklik’
konusun değiniyor ve Verhoven’ın türe bakışı doğrultusunda gücünü görsel
efektlerinden, atmosferinden, başarılı makyaj çalışmasından ve Arnold
Schwarzenegger’in o dönemki popülaritesinden alıyor.
7- The
Thing
John
W. Campbell’ın ‘Who Goes There?’ adlı hikayesinin bu ikinci uyarlaması,
korkunun efendisi John Carpenter’ın altın dönemine yani 80’li yıllara denk
düşüyor. Şekil değiştirebilen, uzaylı bir yaratığın Antarika’da bir bilimsel
araştırma istasyonuna musallat olmasıyla gelişen hikaye, temel aldığı romana
sadık kalmaktansa onu dönemine daha uygun ve seyirci için de daha cazip hale
getiriyor. Öncülü Alien’la aynı formülü kullanan, ani korkutma hilelerinden
ziyade gücünü yarattığı klostrofobi ve paranoyadan alan bir bilimkurgu\korku
filmi The Thing. Karlarla kaplı, uçsuz bucaksız ve tekinsiz atmosferi, yaratıcı
görsel efektleri ve en önemlisi Carpenter dokunuşuyla bir klasiğe dönüşüyor.
6- Solaris
6- Solaris
Stanıslaw
Lem’in klasiği Solaris, Andrey Tarkovski’nin yönetmenliğinde 60’lı yılların
sonunda janrın geçirdiği değişimin ilk yansımalarından biri olarak çıktı
karşımıza. Tarkovski, romanı kendi
sinemasına uyum sağlayacak şekilde yoğurdu. Solaris gezegenindeki uzay üssünde
Dr. Calvin’in iç dünyasına bakmayı deneyen Tarkovski, bu ana karakterden yola
çıkarak İnsanlığın varoluşu, gezendeki yeri gibi felsefik sorgulamalara girişip
canlı bir organizma olduğu varsayılan Solaris gezeni ve bu gezegenin uzay
üssünde yaşattığı metafiziksel oluşlarla bir bilim insanının içine düştüğü çelişkiye
odaklanıyor. Sonuç olarak Solaris 70’ler bilim kurgusunun nadide örneklerinden
biri olup çıkıyor.
5- Dr. Strangelove or: How I Learned to stop Worrying and Love the Bomb?
Stanley Kubrick’in Peter George’un Red Alert romanını alıp ona yeni bir hüviyet kazandırma çabası, bir klasiğin doğuşu anlamına geliyor. Soğuk savaş paranoyasının 50 ve 60’lar bilim kurgusunu esir aldığı dönemin göbeğinde aklını kaçıran bir subayın, kıyameti getirebilecek nitelikte bir bombayı ateşlemesi sonrasında yaşananları bir güldürü havasında işlemek tam da Kubrick’ten beklenebilecek zekice bir hamleydi. Film, insanoğlu kaderini teknolojinin ellerine bıraksa da insan faktörünü devre dışı bırakamaz söylemiyle kötücül bir sona ulaşıyor. Üç farklı karaktere can veren Peter Seller’ın kompozisyonu ise bu kara mizah başyapıtının en leziz ayağını oluşturuyor.
4- Planet of the Apes
4- Planet of the Apes
Çok
uzak bir gelecekte, maymunların hüküm sürdüğü bir dünya tablosu çizen Pierre
Boulle fantezisi ‘Le Planete des singes’, 1968’de Franklin J. Schaffner
yönetmenliğinde yolu sinemayla kesişen romanlar kervanına katılıyor ve gişe
başarısıyla türün makus talihini değiştiren, yeni uyarlamaların önünü açan filmlerin
başını çekiyor. Schaffner’ın filmi evrim teorisini ters-yüz edip kendi
gerçekliğini yaratmasını bilmiştir. Bizdeki adıyla Maymunlar Cehennemi; hikayenin
düşünsel alt yapısını yansıtabilmesi, sinematografisi, dönemi için başarılı
makyaj çalışması ve etkisinden bir şey kaybetmeyen sürpriz finaliyle bir post-apokaliptik
bilimkurgu başyapıtı.
3- A
Clocwork Orange
İnliltere’de
yasaklanan Anthony Burgess romanı A Clockwork Orange, Stanley Kubrick için
biçilmiş bir kaftandı. Film, çetesiyle insanlara şiddet uygulayan Alex’in, bunun
sonucunda hapse atılması, yeni geliştirilen ve deneme aşamasında olan bir
tedavi yöntemi için gönüllü olup iyileşmesi, toplum arasına karışması ve artık
şiddet uygulayan değil, şiddete maruz kalan bir bireye dönüşümünü anlatır. Kısaca
insanın karanlık tarafına bakan, iyi-kötü algısına ve bireysel şiddetin önüne
geçmenin çözümsüzlüğüne kadar pek çok noktaya değinen, sözünü sakınmayan cesur
bir film A Clockwork Orange. Burgess’ın bol katmanlı hikayesine Kubrick yorumu
ve onun eşsiz sinema dili de eklenince ortaya sinema tarihinin en iyi
filmlerinden biri çıkıyor. Hikayenin yakın gelecekte geçiyor oluşu ve
Kubrick’in görsel tercihleri filme tam bir bilimkurgu gözüyle bakılamamasına
sebep olduğunu da ekleyelim.
2- Blade
Runner
Phillip
K. Dick’ten yapılmış en başarılı uyarlama Blade Runner, uyarlanan roman ise ‘Do
Androids Dreams of Electric Sheep’dir. 2019’un Los Angeles’ında kolonilerinden
kaçan 6 android ve bu androidleri yakalama göreviyle peşlerine düşen eski polis
Deckard’ın hikayesi, türe hakim bir isim olan Ridley Scott’ın yönetmenliğinde;
makine-insan, yaratıcıyla buluşma ve varoluş gibi temalar etrafında gidip gelen
bir Future Noir’e dönüşüyor. Geleceğin dünyasında geçen bir dedektiflik
öyküsünde hayatın anlamı üzerine kelam eden, bunu da kusursuz bir görsellikle
bütünleyen Blade Runner 80’lerde gün yüzüne çıkan ve Siberpunk denilen bir alt
türün ilk ve en önemli temsilcilerindendir. Peşi sıra çekilecek bilimkurguların
çoğunu derinden etkilemeyi başarmış distopik bir başyapıt.
1- 2001: A Space Odyssey
Stanley
Kubrick, Arthur C. Clarke’ın ‘The Sentinel’ adlı kısa hikayesindeki ışığı
görmüş ve yazarla kafa kafaya verip destansı bir bilimkurgu şaheseri
yaratmıştır. İnsanın doğuşundan uzay çağına ve sonsuzluğun ötesine uzanan filmde
Kubrick, üç parçalı bir anlatı yeğliyor. Maymundan mekanikleşen insana oradan
da yeni bir insan formuna evrilen türümüz ve tasavvur edemediğimiz bir bilgelik
masaya yatırılıyor. Kubrick’in zamanını aşan filmi, janrı ayağa kaldırmakla
kalmıyor düşünsel bilim kurgu çağını da müjdeliyor. 2001: A Space Odyssey;
sırrına vakıf olamadığımız, görsel, işitsel, metafiziksel bir deneyim yaşatıyor
ve Kubrick’in mükemmelliğe erişen yönetmenliğiyle devleşip bilim kurgu
sinemasının zirvesine oturuyor.