Ülkemizde 19 Eylül'de gösterime girecek olan The Maze Runner, The Hunger Games'in yakaladığı başarıyı örnek alan bir bilimkurgu. Tıpkı Hunger Games gibi The Maze Runner da bir roman uyarlaması hatta 3 kitaptan oluşan bir seri. Bu bağlamda ilk filmin tutması diğer iki kitabından vakit kaybedilmeden sinemaya aktarılmasındaki en önemli husus diyebiliriz.
Labirent: Ölümcül Kaçış adıyla vizyona çıkarılan The Maze Runner, James Dashner’ın Ekim 2009'da yayınladığı ve New York Times En iyi Satış ödüllü kitabından uyarlandı. Okuyucular bu kitabı Açlık Oyunları, Sineklerin Tanrısı ve efsanevi dizi Lost'un kombinasyonu olarak tanımlıyor. Dashner özellikle Sineklerin Tanrısı karşılaştırmasını anlayışla karşılamış fakat The Maze Runner'ı çok farklı bir hikaye olarak tanımlamış. “Karakterlerin Sineklerin Tanrısı’nda olduğu gibi davrandıklarını düşünmüyorum. Bence onlar daha medeni, düzenli ve kaçmaya adanmışlar. The Maze Runner aynı zamanda umudu ve insan ruhunun potansiyelini anlatan bir hikaye”.
Filmin konusu:
Thomas yukarı doğru hareket eden bir asansörde uyanır. Kapılar açıldığında kendini bir grup yaşıtıyla bulur. Bu koloni onu kayranda bir karşılar. Kayran devasa büyüklükteki duvarların çevrelediği geniş bir alandır. Thomas‘ın aklı bulanmış, nerede olduğunu, nereden geldiğini, ailesinin kim olduğunu, geçmişini ve hatta kendi ismini dahi hatırlayamamaktadır. Thomas ve “Kayranlılar” buraya nasıl ve neden getirildiklerini bilmemektedir. Tek bildikleri şey her sabah labirente gidilen dev bir kapının açıldığıdır. Her akşam ise güneş batarken kapı kapanır. Her otuz günde bir asansörle yeni bir çocuk gruba katılır. Labirentin bu davranışı Thomas’ı getirir, fakat beklenmedik bir şey olur ve bir hafta sonra asansör labirente Teresa adında bir kızı getirir.
Thomas kayran sakinlerinin hepsinin oyunda bir rolü olduğunu öğrenir. Kayranlıların bazıları duvarların bir haritasını çıkarmaya çalışır ve gün bitene kadar keşfedebildikleri tüm alanları keşfederler. Gün bittiğinde labirent kapanır ve bu devasa yapının içinden “Izdırap Verenler” in sesleri duyulmaya başlar. Thomas yeni bir kayranlı olmasına rağmen labirente ve kayrana anlayamadığı bir aşinalık hisseder. Anılarının bir köşesinde bu labirentin gizemini çözebilecek ve hatta ötesindeki dünyaya ulaşmalarını sağlayacak bir anahtarı olduğunu düşünür.
İlk izlenim:
The Maze Runner, Ender's Game ve Divergent ile birlikte The Hunger Games'in açtığı yoldan yürümeye çalışan bir bilimkurgu filmi. Arkasında çok satanlar arasına girmiş bir roman olması anlatılan hikayenin kitlelerin ilgisini fazlasıyla çektiğinin ve filmle de çekeceğinin açık bir göstergesi. Ancak ilk uzun metrajını yöneten Wes Ball'ın doğru bir seçim olmadığı da çok açık. Fragmana baktığımızda Lost, The Hunger Games ve Lord of the Files'ın yanı sıra The Maze Runner'ın Cube (1997) filmini de anımsattığını söylememiz gerekiyor. Birbirini tanımayan bir grup insanın bir tür deneye tabi tutulması ve kaçmalarının-kurtulmalarının neredeyse imkansız olduğu tuzaklarla dolu bir labirent fikri Cube'ün de kendi tarzında uyguladığı bir düşünceydi. Karakterlerimizin tamamının ergenlerden oluşması, ekibe yeni katılan gencin öne çıkması ve değişimin fitilini ateşlemesi ve muhtemel bir aşk hikayesi The Hunger Games'in tutan formülünün tekrarlandığını gösteriyor. Elbette ki The Maze Runner'ın dünyası oldukça farklı. Distopyadan ziyade gizemle örülen ve ucunun bir tür deneye varacağını düşündüğüm bir film. Yeni bir fenomen mi doğuyor sorusunun ise cevabını film vizyona girdiğinde alacağız ancak benim tahminin yeni bir Hunger Games vakası yaşamayacağımız yönünde. The Maze Runner'ın gişede başarılı olacağını ve diğer iki kitabın da sinemaya uyarlanacağını düşünüyorum. Bekleyip görelim...