23 Nisan 2012

Kill Bill


Quentin Tarantino 90'lı yılların başında Reservoir Dogs ve özellikle de ikinci filmi Pulp Fiction ile sinema dünyasına bomba gibi düştü. Üçüncü filmi Jackie Brown ilk ikisi kadar olmasa da çok başarılı bir film olarak Tarantino filmografisindeki yerini aldı. Jackie Brown sonrası ne gelecek diye beklerken yıllar birbirini kovaladı ve 6 yıllık bir bekleyişin ardından başrolüne bir kadın karakteri yerleştirdiği intikam destanı Kill Bill ile çıkıverdi karşımıza Tarantino. Stüdyonun fazla uzun bulduğu film Vol 1 - Vol 2 olarak 2 parça halinde görücüye çıktı. Bir çok sinemasever ve eleştirmenin başyapıt olarak selamladığı Kill Bill'in henüz izlememiş olanlar için hikayesini kısaca hatırlayalım.

Gelin, bir suikast grubunun üyelerinden biridir. Bir gün grup lideri Bill ve grubun diğer üyeleri Gelin'e karşı cephe alır. Düğün gününde hem de hamileyken düğünü basarlar ve Gelin dahil herkesi katlederler. 4 yıl komada yatan Gelin, uyandıktan sonra intikam yemini edecek ve her biriyle teker teker hesaplaşacaktır.

Tarantino, Pulp Fiction'da lineer (düz) bir kurguya tamamen yüz çevirmiş ve hikayenin sonunu filmin ortalarında bir yere yerleştirmişti. Kill Bill'de ise hikayenin sonu yerli yerinde olmasına karşın filmin tamamında çok daha karmaşık bir yapı sergiliyor. Kurgu, neredeyse A.G. Inarritu'nun 21 Grams filmindeki kadar git-gelli diyebiliriz. Bu yapı Kill Bill'e zarar vermekten ziyade onu daha leziz yapıyor. Filmde öne çıkan diğer bir unsur Tarantino'nun hikayeyi episodik olarak anlatması. Kill Bill'in bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğüm için Vol 1 - Vol 2 ayrımını yapmak istemiyorum. Klasik 'Vol 1 daha iyiydi' geyiğine de pek katılmıyorum. Vol 1'in öne çıkmasının nedeni düello sahnelerinin ve aksiyonun fazla olup Vol 2'nin durağanlığıdır. Vol 1'de Gelin'in O-Ren Ishı ve küçük ordusuna tek başına meydan okuduğu sahne ve Vol 2'deki Gelin-Elle Driver ve Gelin-Bill düellosu aynı seyir keyfini veriyor. Tarantino, Kill Bill ile başta Kung Fu filmleri olmak üzere Wuxia ve Samuray filmlerine ve Sergio Leone Spagetti Western'lerine saygı duruşunda bulunuyor. Peki Tarantino, özünde basit bir intikam öyküsünden nasıl oldu da epik bir film çıkarabildi? Bana kalırsa iki sebebi var. Birincisi Tarantino'nun sinefil kişiliği ve esinlendiği-öykündüğü filmleri çok iyi etüt etmesi-edebilmesi. İkincisi ise karakter yaratmadaki başarısı ve karakterler arasındaki etkileşimi-çatışmayı kusursuzca kurabilmesi. Ve bunu David Carradine, Michael Madsen ve Daryl Hannah gibi sönmüş yıldızlarla başarması ayrıca takdir edilmeli. Uma Thurman ve Lıcy Liu oyuncu seçimindeki özenin bir göstergesi.

Kill Bill, görsel olarak Tarantino'nun en doyurucu çalışması olmakla beraber bir stil denemesi olduğu da söylenebilir. Tarantino'nun fantezilerini perdeye taşıdığı film Kill Bill. Uma Thurman'ın hayat verdiği gözü kara, hedefine kilitlenmiş Gelin karakteri bugünden çok geçmişten kopup gelmiş gibi. Tarantino, Gelin'in davasını inandırıcı kılarken filmde inandırıcı olmak gibi bir derdi yok. Ters Ninja Kanununun (Bir filmde kötü adamların sayısı ne kadar fazla ise kahramana zarar verme olasılığı o kadar düşüktür) kusursuzca uygulanması da bu savı destekleyen bir unsur.

Kill Bill; aksiyonu, bol kanlı ve yoğun şiddet içeren sahneleriyle daha çok türü sevenlere ve yönetmenin hayranlarına hitap ediyor. Müzikleriyle doyumsuz bir nostalji hissiyatı bırakırken, dramatik yapısı ve Tarantino'nun gerek senaristlik gerekse de yönetmenlik becerisiyle sinema duygusunu deyim yerindeyse enjekte ediyor. Bıkmak şöyle dursun yeniden ve yeniden keşfedilecek bir hazine...