Alan Parker'ın ses getiren ilk filmi 1978 yapımı Midnight Express, bizde büyük tartışmalara sebep olmuş, mimlenmiş ama nihayetinde başarılı bir çalışmaydı. 70'li yıllardan 80'lere geçtiğimizde, Alan Parker art arda çektiği birbirinden başarılı filmlerle bu döneme damgasını vurdu: Fame, Pink Floyd: The Wall, Shoot the Moon, Birdy ve Mississippi Burning... Parker'ın 1987'de çektiği Angel Heart (Şeytan Çıkmazı) ise ustanın en iyilerinden, unutulmaz bir korku filmi.
Parker'ın William Hjortsberd'in 'Falling Angel' adlı romanından uyarladığı hikayeye bir göz atalım. Louis Cyphre adlı gizemli bir müşteri, özel dedektif Harry Angel'dan bir adamı bulmasını ister. Verilen ipuçlarını değerlendiren Angel, hedefine doğru ilerledikçe birtakım doğaüstü olaylarla karşılaşır. Aranan kişiye dair bilgi aldığı herkes vahşice öldürülmektedir. Angel, her şeye rağmen görevini yerine getirmeye çalışır.
New York, 1955'te kapkaranlık, tekinsiz bir sokakta açılan Angel Heart, nasıl bir film olduğuna dair ilk ipuçlarını da veriyor. Dedektifimiz Harry Angel'la tanışır tanışmaz esrarengiz bir adamdan aldığı işle birlikte tüm film boyunca adını duyacağımız ve ortadan kaybolduğunu öğrendiğimiz Johnny Favorite adlı bir adamın izini sürüyoruz. Bu noktada New York'tan Harlem'e geçiyoruz. Siyahların ve Caz müziğin eksik olmadığı küçük bir yer burası. Harry Angel araştırmasını derinleştirdikçe irtibata geçtiği, bilgi topladığı herkes canice katlediliyor. Filmi izlerken kafamızda dönüp duran soru işaretleri şunlar: 1- Johnyy Favorite yaşıyor mu? 2- Cinayetleri o mu işliyor? 3- Louis Cyphre onu neden arıyor? 4- Olayın aslı, bizden gizlenen gerçek nedir? Tüm soruların cevaplarını son 10 dakikada eksiksiz biçimde alıyoruz. Hikaye bizi büyük bir sürpriz finalle sarıp sarmalıyor, baştan düşünmemize sebep olurken karakterler ve olaylar arasındaki bağlantıyı kavramak için tekrar filme geri dönme isteğiyle yanıp tutuşuyoruz
Angel Heart, sürprizini bozmamak için rahat rahat konuşamadığımız filmlerin başını çekiyor. İçerikten kıstığım yorumu biçim ve simgelerle kapamaya çalışayım. Işık ve gölge oyunlarıyla tarifi zor bir görsellik yakalayan Alan Parker, filmin temposunu ne zaman ve nasıl artıracağını çok iyi biliyor. Aralara serpiştirilen flashback sahnelerinin her seferinde biraz daha fazlası gösteriliyor. Yüzünü göremediğimiz siyahlı figüre de bir türlü ulaşamıyoruz. Tüm bunlar gerilimi ve merak unsurunu artıran küçük detaylar olarak karşımıza çıkıyor. Hikayedeki sürpriz sebebiyle açıklayamasam da Parker'ın bolca simge kullandığını belirteyim. Ayna bunların başında geliyor ve kilit bir rol üstleniyor hikayede. Pervane ve asansör de dikkat edilmesi gereken diğer önemli simgeler.
1950'lerin Amerika'sını fon alan, kurduğu dönem atmosferi ve klasik bir dedektiflik hikayesi şeklinde başlayan Angel Heart, serbest bir Faust uyarlaması esasen. Harry Angel adlı dedektifimiz bir iş alıyor ve araştırma safhasında film bir seri katil hikayesine dönüşüyor. Seri katil dönemeci ile polisiyeye göz kırpan ama kara film estetiğiyle polisiyeden ayrılan; şeytan figürü, voodoo büyüsü ve cinayetlerle korku filmi etiketini alan şaşırtıcı bir bileşim kısacası. Angel Heart özel bir korku filmi; 80'li yılların slasher'ları, korku-komedileri ve serileri arasında parlayan, döneminin şok edici işlerinden.
Oyunculardan söz etmeden olmaz. Mickey Rourke neden 80'li yılların en karizmatik oyuncularından biri bu filmi izlemek yeterli anlamak için. Robert De Niro kısa ama etkili bir oyun sergiliyor. Beyazperdenin en karizmatik şeytanı. Lisa Bonet ise kışkırtıcı tek kelimeyle. Rourke'la otel odasında geçen seks sahnesi filmin belki de en unutulmaz bölümü: sert ve cüretkar...
Son söz: Bugün bir benzerine rastlayamayacağınız filmlerden Angel Heart. Dedektiflik hikayelerini ve korku filmlerini seviyorsanız ıskalamayın bu kült filmi. 10\10