Alt türleri ve zengin temalarıyla sinemanın genel olarak en sevilen türlerinden olan 'korku', henüz sinemanın ilk yıllarında ilk örneklerini de vermeye başlamış. 1896 Fransız yapımı bir kısa film olan Şeytan'ın Şatosu (Le Manior du Diable) ile start alan janr, korku edebiyatının desteği ve seyircinin de hiç eksilmeyen ilgisiyle inişli-çıkışlı -daha çok çıkış- bir grafik sergilemiş ama sürekli bir değişim içerisinde olagelmiştir. Sessiz sinema döneminde tür ilk başyapıtını ancak 1920'de verebilmiştir. Alman Dışavurumcu sinemasının da en önemli örneklerinden olan Doktor Caligari'nin Muayenehanesi ve hemen ardından gelen 1922 yapımı F.W. Murnau başyapıtı Nosferatu, bugün baktığımızda 20'li yıllarda iz bırakmış nadir korku filmleri olarak karşımıza çıkmakta.
Sinemanın sese kavuşmasının ardından 30'lu yıllarda; Frankestein, Dracula, Mummy, King Kong ve Freaks gibi klasik olarak adlandırdığımız filmlerin önderliğinde, korku sineması üretim açısından bir altın dönem yaşamıştır. Ancak üretimde yaşanan bolluk, bir türün altın çağını belirlerken tek başına yeterli değildir ve ana kriterim olmamıştır (Western istisnadır).
Korku sinemasının Altın Çağı'ndaki 'Altın' daha çok filmlerin niteliğiyle alakalı bir yakıştırmadır. Bu bağlamda, 1968-1987 arasını kapsayan 20 yıllık dönemin türün 'Altın Çağı' olduğunu düşünmekteyim.
Altın Dönem öncesi
Thriller, yani bizdeki karşılığıyla 'gerilim' sinemasının babası Alfred Hitchcock, özellikle 40'lı yıllardan itibaren kalburüstü filmleriyle türe gönül vermiş tüm yönetmenleri derinden etkileyecektir. Hitchcock filmleri gerilime yakın dursa da has korku filmleri Psycho (1960) ve The Birds (1963), altın dönem öncesinin ve türün en yetkin örneklerinden. 40'lı yıllarda II. Dünya Savaşı'nın da muhtemel etkileriyle türde gözlenen düşüş, 50'li yıllarda İngiltere'de Hammer stüdyosunun Gotik korkunun vazgeçilmezi Dracula ve Frankenstein'ı Terrence Fisher yönetmenliğinde, daha canlı biçimde yeniden çekmesiyle büyük başarı yakalamıştır. 60'lı yıllara gelindiğinde kimi yönetmenlerin kişisel çabaları gözlemlenmekte. 50'lerde ve 60'lı yıllarda düşük bütçeli pek çok film üreten dönemin en önemli isimlerinden olan Roger Corman ve filmleri, Peeping Tom (1960) ile Michael Powell, Herk Harvey'in Carnival of Souls'u, Robert Wise'ın The Haunting'i, İtalya'dan Mario Bava filmleri gibi farklı alt türlerden beslenen korku filmleri üretilmiş ve modern korku sinemasının temelleri de atılmıştır.
Rosemary's Baby |
George A. Romero'nun küçük bir bütçeyle çektiği bağımsız film Night of the Living Dead, ilk örneğini 30'lu yıllarda gördüğümüz zombi filmlerine ve türe yenilikçi yaklaşımıyla klasik korkudan moderne geçişte katalizör görevini üstlenmiştir. 60'lı yıllarda Psycho ve Carnival of Souls'un alışılmış olan korku filmi algısını ve kurallarını yıkmaya yönelik girişimleri, Romero'nun filmiyle tam manasıyla sonuca ulaşmıştır. Night of the Living Dead'in uluslar arası başarısı 1978'de Dawn of the Dead, 1985'de Day of the Dead ile bir üçlemeye dönüşürken pek çok yeni zombi filminin türemesini ve zombileri tür içinde önemli alt türlerden biri konumuna gelmesini de sağlamıştır.
1968'in eğilim yaratan bir diğer filmi de Roman Polanski'nin apartman üçlemesinin ikinci filmi Rosemary's Baby idi. 70'li yıllarda patlak verecek olan şeytan temalı korku filmlerinin fitilini ateşleyen bu film gişede de başarılı olunca Night of the Living Dead'le birlikte 70'li yıllarda tür adına en parlak dönemin yaşanmasına önayak olmuşlardır.
The Exorcist |
70'li yıllarda korku sinemasına şiddet ve kanın hakim olduğunu görüyoruz. Hatta bu aşırı kullanımın İstismar sinemasına yakın durduğunun altını çizmeli. Wes Craven'in 1972'de çektiği Last House on the Left, bir korku filminden daha çok istismar filmidir. Bugün baktığımızda efektler yerine şiddetin ön plana çıktığı 70'li yıllar neden korku sinemasının en parlak dönemi? İşte bu sorunun cevabı dönemin filmlerinde gizli. Korku sinemasının en iyilerini belirlediğimizde, oluşturduğumuz listedeki filmlerin bir çoğunun sözünü ettiğimiz 20 yıllık sürecin filmleri olduğunu görürüz. 70'li yıllara ve türe damgasını vuran film hiç şüphesiz ki William Friedkin'in başyapıtı The Exorcist'dir. O günlerde küçük çaplı bir infial yaratan film, 1973'ün diğer iki klasiği The Wicker Man ve Don't Look Now'la birlikte sinema seyircisinin görmeye alışık olmadığı birtakım imgeler sunarak iz bıraktılar. Bu filmler modern korku sinemasının ana hatlarını da iyiden iyiye belirginleştirmişlerdir. 1974'te Tobe Hooper'ın filmi The Texas Chainsaw Massacre teen-slasher alt türünün ilk örneklerinden biri olmakla beraber istismar sinemasına yakın duran tavrıyla 70'li yıllar korku sinemasını en iyi tanımlayan filmlerin başında geliyor.
John Carpenter's Halloween |
70'li yıllarda adını büyük puntolarla yazmamız gereken isimlerin başında Jaws ile büyük başarı yakalayan Steven Spielberg geliyor. Müziğin gerilim yaratmada ne kadar etkili bir unsur olduğunu göstermesi ve Spielberg'in köpek balığını uzun zaman göstermeyerek daha büyük bir etki yaratmasıyla Jaws dönemin kilit filmlerinden. Brian De Palma ise Sisters (1973) ve özellikle Carrie (1976) ile hem eleştirel hem de gişe bazında başarıyı yakaladı. 70'li ve 80'li yıllarda korku\gerilim türünde çok sayıda filme imza atan De Palma, oluşturduğu görsel stil ve Hitchcock'a yaptığı göndermelerle üzerine ayrıca durulması gereken bir sinemacı. İtalya'dan Daria Argento (Profondo Rosso, Suspiria, İnferno, Tenebre), Kanada'dan David Cronenerg (Rabid, Shivers, The Brood ve 80'lerde The Fly) bu dönemde türe çok önemli filmler armağan ettiler. Richard Donner'ın 1976 tarihli klasiği The Omen, kimi anlarında yarattığı inanılmaz gerilimle akıllardan çıkmayacak bir film. Bütün olarak baktığımızda da türün en çarpıcı örneklerinden hala.
80'li yıllara geçerken
Bugün korku sinemasının en büyük ustalarından biri olan John Carpenter, 1978'de Halloween'ı çekerek 80'lerde yeni bir eğilim başlattı. Gençlerin kesilip-biçilerek kurban edildiği filmler için kullanılan teen-slasher terimi 80'li yıllara hakim olan alt türdür. 1980'de Friday the 13th, 1984'te A Nightmare on Elm Street, Halloween serisiyle beraber korku sinemasını artık geri dönülmez bir biçimde değiştirecektir. Öldürülemeyen seri katilleriyle sinemaya bir çok anti kahraman kazandıran bu filmler 80'li ve 90'lı yıllarda çekilen sayısız devam filmiyle bugün bıkkınlık veren devam filmleri furyasının da baş aktörleridirler.
The Shining |
1979'da Ridley Scott'ın bilimkurgu başyapıtı Alien, korku\bilimkurgu birlikteliğini hızlandırmasıyla 80'ler korku sineması içinde özel bir film. Alien'ın peşi sıra The Thing, The Fly ve Aliens gibi korku\bilimkurgu başyapıtlarıyla janr, ciddi bir değişim daha yaşadı. Sam Raimi'nin The Evil Dead ile başlattığı seri bu dönem patlayacak korku komedilere (onlardan biri olmasa da) hizmet etti. Teen-Slasher alt türünün doğaüstüyle farklı bir ifade biçimi bulduğu bu film aynı zamanda bir korku parodisiydi. Serinin ikinci ve üçüncü filmlerinde komedinin öne çıkartıldığını görmekteyiz. Bir kısmı B tipi olsa da çok sayıda korku komedi üretildi 80'li yıllarda: An American Werewolf in London (1981), Creepshow (1982), Gremlins (1984), Ghostbusters (1984), The Return of the Living Dead (1985), Fright Night (1985), Bad Taste (1987) The Last Boys (1987) ve son olarak Beetlejuice (1988) örneklenebilir. 80'li yıllara ve türe damgasını vuran film ise tüm türlerin babası olarak tabir ettiğimiz Stanley Kubrick'in şaheseri The Shining şüphesiz. Stephen King'in romanından bambaşka bir film çıkaran Kubrick, o çokça bahsettiğimiz mükemmelliyetçiliğiyle farklı okumalara açık bir korku hikayesi anlattı. The Shining'i bu dosya kapsamında anlatamayacağım için hiç girmemeyi yeğliyorum.
Bu dönem korku filmlerinin 70'li yılların ana eğilimi 'şiddet'ten bir nebze uzaklaştığını ve yeni alt türlerle birlikte daha 'soft' korku örneklerinin üretildiğini görmekteyiz.
Bu yirmi yıllık süreci 'Altın Çağ' olarak niteleyip adını anmadan edemeyeceğim çok sayıda film var: Romero'nun Martin ve The Crazies'ı, Wes Craven'in Hill Have Eyes'ı, De Palma'nın Dressed To Kill'i, The Changeling, Altered States, Poltergeist, Cat People, Cujo, Hunger, The Fog, Re-Animator, The Hitcher, Hellraiser, Near Dark, Angel Heart, Prince of Darkness ve tabii daha fazlası..
Son söz: Bu dosyadaki amacım dönemin genel bir portresini çizmek ve 1968-1987 yılları arasının neden 'Korku Sinemasının Altın Çağı' olduğu sorusunun cevaplarını aramak, kendi süzgecimden geçirip bir değerlendirmesini yapmaktı.