26 Kasım 2013

Romantik Film Önerileri


İlk yıllarından bugüne hangi türde olursa olsun sinemada değişmeyen bir şey varsa o da ‘aşk’ temasıdır. Sinemanın klasik döneminde daha naif aşk öyküleri izlerken bugün aşkın da değişen zamana ayak uydurduğunu görmekteyiz. Temel olarak romantik ve romantik komedi olarak ikiye ayırabileceğimiz duygusal filmler, daha çok kadınlara hitap etse de biz erkekler için de önemi yadsınamaz. romantik başlığında değerlendirdiklerimiz hüzünlü aşk öyküleridir ve çoğunlukla mutsuz sonlara ulaşırlarken, romantik komediler, sevgililerin çeşitli aksiliklere rağmen sonunda kavuştuğu kendini iyi hisset filmleridir. Sinemada aşkın merkezde olduğu hikayeler, ister komedi ister drama olsun belli formülleri kullanır. Bu formülleri harfiyen uygulayan filmlerle, hikaye ve anlatım bakımından belli ölçülerde klişelerin dışına çıkabilen özgün örneklerden bir seçki hazırladım.

Klaket Aktuel Dergisi için hazırladığım dosyadan alıntıdır.

Romeo + Juliet



Willia Shakespeare’in destansı aşk hikayesi Romeo ve Juliet, Baz Lurhman yönetmenliğinde modern bir anlatıyla karşımıza çıkmıştı. Birbirlerine düşman iki ailenin çocukları olan Romeo ve Juliet’in trajik bir sonla biten aşklarını bilmeyen yoktur. Aşk ölümü bile göze alabilmektir söylemiyle imkansız aşk temasının altının çizildiği bu klasik eserin modern bir yorumu olan 1996 tarihli Romeo + Juliet uyarlaması, hikayeyi günümüze taşıyor. Florida’da geçen hikayede kılıçlar yerini silahlara bırakıyor. Lurhman’ın filmi temel olarak aynı hikayeyi anlattığından zamanın değişmesi fark etmiyor. Shakespeare’in metnine sadık kalarak teatral tadı muhafaza eden Lurhman, etkileyici bir aşk filmi çekmeyi başarmış. Başrollerde Leonardo Di Caprio ve Claire Danes var.

(500) Days of Summer


Aynı şirkette çalıştığı Summer’a aşık olan Tom’un 500 günlük aşk hikayesi olarak özetleyebileceğimiz filmde, Tom sevdiği kız Summer’a açılamamaktadır. Bunu başardığında ise başka bir gerçekle yüzleşir: Summer, Tom’la romantik bir ilişki yaşamak istememektedir. (500) Days of Summer, romantik komedilere yenilik getirme düşüncesinin bir ürünü. Yönetmen Marc Webb, Tom ve Summer’ın 500 gün süren ilişkilerini alıyor ve düz hikaye akışı yerine zamanda ileri-geri giderek farklı bir izlek tutturuyor. Filmin başında “bu bir aşk hikayesi değil, bir tanışma hikayesidir” uyarsıyla seyircinin beklentisiyle oynanıyor ve aşka farkı cepheden bakan iki insanın ilişkisi komediye hizmet edecek biçimde aktarılıyor.  İzlerken kendinizden bir şeyler bulacaksınız.

Jeux D’enfants


Julian ve Sophie, okul yıllarından tanışan iki arkadaştır. Sophie kökeni nedeniyle sınıfta ırkçı tacizlere maruz kalırken, Julian’ın kanser olan annesi ve sorunlu babasıyla yaşadığı sıkıntılar onları yakın arkadaş yapar. Çocukların cesaret üzerine kurulu oyunları, zamanla birbirlerine cesaret aşılamalarını sağlayan bir yaşam biçimine dönüşür. Büyüyüp serpildiklerinde aşık olan çiftin, aşkın da etkisiyle cesaret oyunları tehlikeli bir hal alacaktır. Biçimsel olarak Amelie’ye benzeyen Cesaretin Var mı Aşka?, dijital efektleriyle ve rengarenk hayal alemiyle kafamızdaki romantik film imajının dışına çıkabilen ve şöhretinin hakkını verebilen bir film. Kimi zaman gülecek kimi zaman hüzünlenecek ama mutlaka romantizmi hissedeceksiniz.

The Wedding Singer


Robbie Hart, şarkı sözü yazarı olma hayaliyle yaşayan ve küçük bir yerde düğün şarkıcısı olarak çalışmaktadır. Düğün günü terk edilen Robbie, bunalıma girer. Bir gün düğünlerde garsonluk yapan Julia ile tanışır ve arkadaş olurlar. Evlenmek üzere olan Julia’nın Robbie’den yardım istemesiyle bu arkadaşlık aşka dönüşecektir. 80’li yılları fon alan The Wedding Singer, “How Soon is Now”, “You Spin Me Round” gibi dönemin hit olmuş şarkılarıyla nostaljik bir tat bırakırken, özellikle düğün şarkıcısı rolüyle Adam Sandler’ın performansı filmin eğlence kat sayısını artırıyor. Basit bir hikayesi olan film, sevimli ve bir hayli romantik finaliyle türü sevenleri tatmin edecektir. The Wedding Singer, bir kendini iyi hisset filmi.

Blue Valentine


Dean, aşık olduğu Cindy ile evlenir ve kısa süre sonra kızları olur. Başlangıçta her şey güzel gitse de zaman bu ilişkiyi bir hayli yıpratacaktır. Çiftimiz de evliliklerini kurtarma umuduyla bir otelde tek gecelik bir kaçamak yapacaktır. Blue Valentine’de Dean ve Cindy’nin sorunlarla boğuştuğu bugününü ve tanıştıkları ilk andan evliliklerine kadar olan süreci birbirine paralel olarak izliyoruz. Film kısaca, sınıfsal farklılıkları olan kadın ve erkeği bir araya getiriyor, aşık ediyor fakat hayatın gerçek yüzünü göstermekten de geri durmuyor. Genel hatlarıyla bir ilişkinin tüm safhaları gerçekçi bir betimlemeyle ve usta işi bir sinema diliyle anlatılıyor. Ryan Gosling ve Michelle Williams, karakterlerinin dünü ve bugünü arasındaki ruhsal ve fiziksel değişimi inandırıcı performanslarla süslediği Blue Valentine hüzünlü bir romantik film.

Addicted to Love


Sam ve Maggie, eski sevgililerinin romantik bir ilişkiye başlaması üzerine intikam almak için birlik olur. Sam, kız arkadaşını geri istemektedir, Maggie’nin dileği de aynıdır. Ve bu birlikteliği bozmak için ellerinden geleni yapacaklar ama hayat onlara başka bir sürpriz hazırlayacaktır. Sam ve Maggie’nin eski sevgililerinin evlerine girip, onların kıyafetlerini giymeleriyle kendilerini aşkın sıcaklığına bırakırlar. Biz de filmin en unutulmaz sahnelerini izleriz böylece. Yönetmen Griffin Dune, bu dörtlü aşk öyküsüne mizahı öne çıkararak yaklaşmış ancak hünerli ellerden çıkma senaryo, Meg Ryan ve Matthew Broderick’in inanılmaz uyumuyla birleşip, aşkı, aşık olmanın büyüsünü seyirciye geçiriyor. 90’lı yılların en keyifli romantik komedilerinden olan Addicted to Love’ı  tüm romantiklere öneriyorum.

Love Story


Köklü ve zengin bir aileden gelen Oliver, bir gün işçi sınıfından Jennifer’a aşık olur. Gençler evlenmeye karar verir ancak Oliver’ın babası bu evliliği onaylamaz. Baba, oğlunu mirasından mahrum bırakmakla tehdit eder. Her şeyi göze alan çift evlenir ama Oliver’ın okulu Harvard’a devam edebilmesi için farklı işlerde çalışması gerekmektedir. Bu aşkın önündeki engeller bitmeyecektir. “Aşk, sonradan üzgün ve pişman olduğunu asla söylememektir” sloganıyla gösterime giren bu klasik, romantik filmlerin en bilinen örneklerinden. Aşkı en yalın haliyle anlatmak gibi bir çabası olan Love Story, bugün hala aynı etkiyi bırakıyor. Günümüzün hızlı tüketilen aşklarına inatla tüm zorluklara göğüs geren Oliver’la Jennifer’ın tutkulu aşkı filmin tamamında yoğun biçimde hissedilmekte.