Martin Scorsese, finans krizi başta olmak üzere çeşitli sebeplerle ertelenen projesi Silence’ı sonunda tamamladı ve bu yıl 89. kez dağıtılacak Akademi Ödülleri’ne yetiştirmeyi başardı. Shūsaku Endō’nun aynı adlı kitabının ikinci uyarlaması olan Silence’ın uzun zamandır beklediğimiz ilk fragmanının paylaşılmasıyla ben de filmle ilgili ilk izlenimlerimi paylaşmak istedim.
Film, Katolik Hıristiyanlığın, İsa Cemiyeti de denilen ikinci tarikatı olan Cizvitlerin 17. yüzyılda Japonya'da ünlü öğretmenleri Rahip Ferreira’yı bulmak ve orada misyonerlik faaliyetlerinde bulunmaları amacıyla genç iki rahibi Japonya’ya göndermesini, bu iki karakterin orada gördükleri zulmün ve vahşetin gerçeklere dayanan hikâyesini konu ediyor.
Martin Scorsese, filmin senaryosunu Jay Cocks ile birlikte kaleme almış. Scorsese’in Gangs of New York gibi rüya projesi olduğu ve yaklaşık 20 yıldır bu hikayeyi beyazperdeye taşımayı arzuladığı söyleniyor. Scorsese’in rüya projesi olması son derece önemli. Bu durum film için ne kadar heyecanlı olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Gangs of New York gibi yeni bir başyapıt beklemememiz için hiçbir sebep yok diyebiliriz. Scorsese’in Shūsaku Endō’nun romanına ve anlatısına ne kadar sadık kaldığını bilmiyoruz. Ancak romanın yapısına fazla müdahale etmediğini düşünüyorum. Hikâye, kitapta olduğu gibi Andrew Garfield’ın canlandırdığı Rahip Rodrigues’in bakış açısından anlatılıyor gibi görünmekte.
Filmin merkezinde inanç meselesi var. Rahip Rodrigues’in ve Rahip Garrpe’nin Japonya’ya gönderilme amacı, ünlü öğretmenleri Rahip Ferreira’nın oradaki baskıya dayanamayıp inancından sapması, daha doğrusu bu iddianın gerçekliğini araştırmak. O dönemin Japonya’sında rahipler ve Hıristiyanlar çeşitli işkencelere maruz bırakılarak inançlarından vazgeçirilmeye çalışılmış. Onlara yardım etmeyi de amaç edinen ana karakterlerimizin aynı işkenceyi göreceğini de hesaba katarsak filmin inanç üzerine söyleyecekleri oldukça kıymetli. Scorsese’in The Last Temptation of Christ’ten ve Kundun’dan sonra bir kez daha inanç merkezli bir hikâyeye giriştiği bir tarihi drama olan film, adını Tanrının sessizliğinden alıyor. Buradaki sessizlik Tanrı’nın sessizliği, inananlar zulüm görüp büyük acılar çekerken, Tanrı’nın nasıl kayıtsız kalabildiği sorusu filmde kendine nasıl bir yer bulacak merak ediyoruz.
İlk fragmanın ardından Silence’ın 89. Oscar Ödülleri’nde En İyi Film ve En İyi Yönetmen dâhil birçok dalda adaylık elde edeceğine ikna oldum. Elbette söz konusu bir Scorsese filmi ise fragmanı görmeye gerek de yok bu sonuca varabilmek için. Silence, Oscar için düşünülmüş bir film değil, yönetmenin tutkulu projesi. Bu özelliği Akademi’nin gözünde bir değer taşır mı bilemiyoruz ama biz sinemaseverlerin heyecanının artmasını sağladığı kesin. Çarpıcı hikâyesi, enfes görselliği ve sinematografisiyle yılın en iyi filmlerinden birinin bizi beklediğini düşünüyorum. Filmin ülkemizde ne zaman gösterime gireceği şu an için belli değil. Şubat'ı beklemek gerekecek sanırım.