Christopher Nolan'ın bilimkurgu şaheseri Inception'ın gözle görülür ilk yansıması Upside Down, keşfe açık bir bilimkurgu. Yönetmenliğini Juan Solanas'ın başrolleri ise Jim Sturgess'la Kirsten Dunst'ın üstlendiği filmin hikayesine bakalım öncelikle. Big Bang yani büyük patlama sonucu ortaya bir gezegen çıkar. Aynı güneş etrafında dönen ikiz bir gezegen… Kafanızı kaldırdığınızda gökyüzünün yerinde başka bir gezegen olduğunu hayal edin. İki gezegenin de kendi yer çekimi ve kuralları vardır: Bir dünyadan diğerine geçmek yasaktır. Üst dünyadan Eden'le alt dünyadan Adam, çocukluklarında tanışır ve aşık olurlar..
Alt ve üst dünyaya bakış
Filmde resmedilen ikiz dünya yaşadığımız dünyanın bir aynası aynı zamanda. Üst dünya, yaşam biçimiyle aristokrasiyi, refah toplumları temsil ediyor. Alt dünya ise işçi sınıfının ve ezilenlerin temsili diyebiliriz. Alt dünyanın petrolü üst dünyaya ait Transworld adı verilen bir şirket vasıtasıyla emilmekte. İşte bu noktada şu yorumu yapabiliyoruz: Üst dünya bizim dünyamızdaki sömürgeci toplumlara işaret ediyor. Amerika ve Orta Doğu ülkeleri arasındaki petrol ve ona sahip olma yarışı burada gezegenler arası güç dengesinin belirleyici unsuru. Alt dünyadakiler ikinci sınıf insan olarak görülmekte ve aşağılanmakta. İki dünyayı birbirine bağlayan, bir nevi köprü görevi üstlenen Transworld şirketinde alt ve üst dünyadan insanlar çalışıyor ancak alt dünyadakilere önemli işler teslim edilmiyor. Yönetmenimiz Juan Solanas, ırkçılık ve sınıfsal farklılıklara odaklanmasa da yarattığı fantastik dünyayı gerçekçi meselelerle daha anlamlı kılmak istiyor ve hatta filmini ‘derdi’ olan bilimkurgulardan biri yapmaya çalışıyor. Ancak meseleyi derinleştirmediği için bunu başaramıyor.
Aşk merkezli bilimkurgu filmlerinin son örneği
Upside Down'da Adam ve Eden'in imkansız aşkını imkansız kılan sınıfsal farklılıklarından ziyade iki dünyanın da kendi yer çekimi kanunu olması. Dolayısıyla film, “Ya aşk yerçekiminden güçlü ise?” sorusunun peşinden gidiyor. "Farklı dünyaların insanlarıyız" klişesi çift anlamlı bir yapı içinde hayat bulurken, yaratıcı fikirlerle dolu film, aşkın tüm engelleri aşabileceği düşüncesiyle hareket ediyor. 2000'li yıllarda aşk merkezli bilimkurgu filmlerinde ciddi bir artış var. Eternal Sunshine of the Spotless Mind, The Fountain ve Wall-e'den sonra Upside Down da bu eğilimin son örneği oldu. Ancak az önce saydığımız filmler gibi aşkın büyüsünü hissedemiyoruz.
Upside Down'da Adam ve Eden'in imkansız aşkını imkansız kılan sınıfsal farklılıklarından ziyade iki dünyanın da kendi yer çekimi kanunu olması. Dolayısıyla film, “Ya aşk yerçekiminden güçlü ise?” sorusunun peşinden gidiyor. "Farklı dünyaların insanlarıyız" klişesi çift anlamlı bir yapı içinde hayat bulurken, yaratıcı fikirlerle dolu film, aşkın tüm engelleri aşabileceği düşüncesiyle hareket ediyor. 2000'li yıllarda aşk merkezli bilimkurgu filmlerinde ciddi bir artış var. Eternal Sunshine of the Spotless Mind, The Fountain ve Wall-e'den sonra Upside Down da bu eğilimin son örneği oldu. Ancak az önce saydığımız filmler gibi aşkın büyüsünü hissedemiyoruz.
Inception etkisi çok belirgin
Inception'ın ucu bucağı olmayan bilinçaltında, rüyada şehrin katlanması hatta kutu gibi kapanması, Upside Down'ın çıkış noktası olmuş. Yalnız Christopher Nolan gibi bir yazar-yönetmen yoksunluğu, İnception gibi katmanlı bir bilimkurgu çıkmasını imkansız hale getirmiş. Film, bakış açısını sık sık değiştiriyor. Bazen alt dünyadaki karakterin gözünden üst dünyadaki karaktere bazen de tam tersi, tepetaklak biçimde bakıyoruz. İnception’da karakterler yerçekimine rüyalarda karşı koyabiliyordu. Upside Down ise Inception’ın rüya algısını desteklemek için kullandığı ‘sahte’ yerçekimini alıp, kendi gerçekliğinde daha somut ve işlevsel hale getiriyor.
Son söz: Upside Down baştan sona hiçbir anında 'koşamıyor'. Tüm yaratıcı fikirlerine, cazibesine ve görselliğine rağmen temposuz bir bilimkurgu olmaktan kurtulamıyor. Ancak, artıları ve eksileriyle görülmeyi de hak ediyor. 6.6/10