23 Kasım 2011

2001: A Space Odyssey


1964 yılında soğuk savaş etkisi taşıyan ve kötücül bir sona sahip olan Dr. Strangelove or: How I learned to stop worrying and love the bomb ile bilimkurgu türünde ilk başyapıtını veren Stanley Kubrick, 1968 yılında ustalık dönemini de müjdeleyen başyapıtların başyapıtı 2001 A Space Odyssey'i çekerek bilimkurgu sinemasının gidişatını kökünden değiştirdi. Tabi ki bu değişimde 1968'in bir diğer başyapıtı Planet of the Apes'in de katkısı büyüktü. Bilimkurgu edebiyatının usta yazarlarından biri olan Arthur C. Clarke'ın The Sentinel adlı kısa öyküsünden yola çıkan Stanley Kubrick ve Arthur C. Clarke, 2001: Uzay Macerası'nın senaryosunu birlikte yazdılar.

50'li ve 60'lı yılların ortalarına kadar bilimkurgu sinemasında istila filmleri hakimdi ve bu filmler daha çok genç kesimin ilgisini çeken ve birer eğlencelik olmaktan pek de öteye geçemeyen çerezliklerdi. Bilimkurgu sineması 2001: Uzay Macerası sonrasında ciddiye alınmaya başladı ve kendisine saygın bir konum edindi. 2001: Uzay Macerası'nın uzun planlardan oluşması, dingin anlatımı, evrim, varoluşumuz gibi derin konuları ele alması, felsefi yapısı ve klasik müzik kullanımı gibi özellikleri, o dönem bilimkurgularında görülmüş şeyler değildi. Kubrick'in türün kodlarını yazdığı filmi, 70'li yıllarda ortaya birbirinden ilginç konu ve temalara sahip bilimkurgu filmleri çıkmasında büyük rol oynadı. 2001: Uzay Macerası, ardından çekilecek tüm bilimkurgular için bir model teşkil etti diyebiliriz.

Kubrick, insanın doğuşunu evrim teorisini arkasına alarak görselleştirdiği destanı 2001: Uzay Macerası’na bu teorinin tezatı yaratılıştan aldığı referansla başlar. Engin karanlıklardan insanın doğuşuna, oradan uzay çağına ve sonsuzluğun ötesine doğru bir yolculuğa çıkarır bizleri. Filmini üç bölüme ayıran Kubrick, “Dawn of Men” adını verdiği ilk parçada insanın doğuşunu evrimci bir yaklaşımla ve fakat adını koymaktan özellikle kaçındığı tanrısal bir bilgelikle, dışardan bir müdahale ile gerçekleştirir. Evrim basamağında ilk adımını atan insanoğlu, bulduğu ilk aleti silah olarak kullanır. İnsanoğlu, tarihini kan ve göz yaşıyla yazacağını ilk günden belli eder. Sinema tarihinin en meşhur eşleştirmesiyle havaya atılan kemikten uzayda süzülen bir gemiye geçeriz. Kubrick, birkaç milyon olarak varsayılan süreci tek bir sıçramayla vermekte sakınca görmez. Çünkü insanoğlu ancak kendi yarattığı mekanik çağda veya uzay çağında evrim basamağında bir adım daha atabilecektir. Bu adımın hangi yöne doğru atıldığı (ileriye mi, geriye mi?) ise tartışılır. Kubrick, insanoğlunun evrim sürecini ele alırken bunu tesadüflerle değil, tanrısal bir müdahale ile gerçekleştirir. Bunu da filmde dört kez karşımıza çıkardığı monolit (siyah yekpare taş) simgesiyle yapar. Filmin ve karakterlerin soğuk yapısı ise Kubrick filmlerinin genel karakteristiği ile açıklanamaz. İnsanoğlu uzay çağında soğuk ve duygusuz bir canlı türü olup çıkmıştır. Yüksek teknoloji ürünü yapay zeka ise olmaması gerektiği kadar insanidir. Bu değişkenler makine-insan savaşıyla farklı bir noktaya taşınacak ve insanoğlunun yolculuğu sonsuzluğun ötesine doğru devam edecektir.

2001: Uzay Macerası'nın ne anlattığı üzerine düşünmeye başlayacaksak çıkış noktamız filmde 4 kez karşımıza çıkan monolit (yekpare taş) olmalıdır. Peki nedir bu monolit, nerden gelmektedir ve gönderiliş amacı nedir gibi yığınla soru çıkıyor karşımıza. Monolit'in ne olduğuna ilişkin verilebilecek tek bir cevap ve iki farklı görüş var kanımca. Monolit, kainatı yaratan ve düzenini sağlayan bir güç tarafından gönderilmekte. Buraya kadar kimsenin itirazı olacağını sanmıyorum ama Monolit, Tanrı mı yoksa varlığı bilinmeyen başka bir güç tarafından mı gönderildi tartışmaya açık nokta işte bu. Filmin Evrim teorisini temel aldığını bilsek de Kubrick'in teistik evrime inanıp inanmadığını bilmiyoruz. Hangi evrim modeline inandığını bilseydik daha sağlıklı bir yorumda bulunabilirdik. 

Bugün, bilimkurgu sinemasının en çok işlediği temaların başında makine ve insanın amansız mücadelesi gelmekte. 2001: Uzay Macerası, makine-insan ilişkisini sinemada derinlemesine işleyen ilk filmdir. Filmin soğuk ve duyguya yer vermeyen yapısı bir çok insanı filmden uzaklaştırsa da işlenen "makineleşen insan" temasını düşündüğümüzde  bu bir zorunluluktur... Üstat da bunun farkındaydı. 

Kubrick'in destanı türe yeni açılımlar getirmekle kalmadı, 70'li ve 80'li yıllarda hatta bugün bile sinemayı derinden etkilemeye devam ediyor. Sık sık yapılan sinemanın en iyileri listelerinde daima ilk beşte yer almayı başaran 2001: A Space Odyssey, inanılmaz görsel efektleri, hipnotize edici müziği, ele aldığı konulara getirdiği bakış açısı ve Kubrick'in akıl almaz yönetmenlik becerisiyle dört dörtlük bir sinema şöleni sunmakla kalmıyor her insanın bir kez de olsa yaşaması gereken bir deneyim vadediyor.