Steven Spielberg, İndiana Jones: Kristal Kafatası Krallığı'nın ardından 3 yıl sonra iki filmle birlikte döndü. Savaş Atı'nı (War Horse) beklerken ustanın ilk animasyon çalışması olan Ten Ten'i kafamdaki soru işaretlerini bir kenara bırakıp izledim sonunda. Herge'nin çizgi romanını hiç okumamış olsam da 90'lı yıllarda çizgi filmlerini izlemiş ve çok sevmiştim. Yıllardır konuşulan sinema filmi "The Adventures of TınTın", Ten Ten'in macera dolu üç hikayesinin birleşiminden oluşuyor: Tekboynuzun Esrarı, Altın Yengecin Kıskacı ve Kızıl Korsanın Hazinesi. Bu üç hikaye usta işi bir senaryoyla birbirine bağlanmış. Hikaye Ten Ten'in maket bir korsan gemisi almasıyla açılıyor. Bu geminin aslında eski bir sırrı barındırması ve sırrın peşindekilerin bu maketi ele geçirme çabaları hikayenin ana eksenini oluşturuyor. Büyük bir haber peşinde koşan Ten Ten olaya balıklama atlıyor haliyle ve tehlikeli bir maceranın içinde buluyor kendini.
Hareket yakalama tekniğiyle çekilen Ten Ten, öncülü Bewolf'tan aşağı kalmıyor. (Kutup Ekspresini hiç saymıyorum) İlk kez 3D teknolojisiyle tanıştığım film olan Ten Ten'in 3D'ye ihtiyacı var mıydı sorusu izleme esnasında hep aklımın bir köşesindeydi. Yine de burdan olumsuz bir sonuç çıkarmamak lazım. Sadece o çokça konuşulan filmin içindeymiş hissini yaşatmadığını söylemek istiyorum. Zamansız bir dönem filmi olan Ten Ten görsel açıdan kusursuza yakın özellikle çöl sahneleri görülmeye değer. Sahne geçişlerine de değinmeden olmaz. Bilhassa bir iki tanesi Vay canına! dedirtecek cinsten.
Hareket yakalama tekniğiyle çekilen Ten Ten, öncülü Bewolf'tan aşağı kalmıyor. (Kutup Ekspresini hiç saymıyorum) İlk kez 3D teknolojisiyle tanıştığım film olan Ten Ten'in 3D'ye ihtiyacı var mıydı sorusu izleme esnasında hep aklımın bir köşesindeydi. Yine de burdan olumsuz bir sonuç çıkarmamak lazım. Sadece o çokça konuşulan filmin içindeymiş hissini yaşatmadığını söylemek istiyorum. Zamansız bir dönem filmi olan Ten Ten görsel açıdan kusursuza yakın özellikle çöl sahneleri görülmeye değer. Sahne geçişlerine de değinmeden olmaz. Bilhassa bir iki tanesi Vay canına! dedirtecek cinsten.
Ten Ten'in eleştiri kısmına bakacak olursak; Eleştirmenlerin ağız birliği etmişcesine "aksiyonu fazla kaçmış" eleştirisine kesinlikle katılmıyorum. Spielberg, hikaye neye ihtiyaç duyuyorsa; macera, mizah, egzotik mekanlar vs. dozunu kaçırmadan yedirmiş filmine. Şöyle de bir şey var: Modernize edilmiş bir Ten Ten yerine tamamı o eski çizimlerle oluşturulmuş bir Ten Ten olsaydı nasıl olurdu sorusu kafamı kurcalıyor. Ancak Spielbeerg filmin gişesini de düşünmek zorunda o yüzden hak vermiyor değilim kendisine.
Ten Ten'in maceraları Ana karakterlerinin perdeye yansıtılışı ile sınıfı geçmeyi başarıyor. Ten Ten karakteriyle Jamie Bell sırıtmıyor, Kaptan Haddock'la hareket yakalama üstadı Andy Serkis (Gollum, King Kong) çok iyi bir iş çıkarmış. Kötü karakteri oynayan Daniel Crag'i ise tanıyamadım açıkçası. Gelelim filmin en sevimli karakteri Milu'ya (Ten Ten'in meşhur köpeği) Hemen hemen her sahnede yer alan Milu, Kaptan Haddock ve Dupont&Dupont kardeşlerle birlikte filmin mizah yükünü sırtlıyor. Milu olmadan Ten Ten de olmaz zaten.
Bir üçleme olarak tasarlanan Ten Ten'in ikinci filmini Peter Jackson yönetecek olması ikinci filmi sabırsızlıkla beklemek için yeterli bir sebep veriyor.
Son Söz: Nefis açılış jeneriğinden son dakikasına dek bitmek bilmez bir dinamizme sahip olan Ten Ten'in Maceraları sinema perdesine çok yakışmış. Görülmeli 7.5\10