Evet iddialı bir başlık attığımın farkındayım. Neyse ki yönetmenimiz bizim kadar kötümser olmadığı ya da bütün filmlerini çok sevdiği için intihara kalkışmadı Akira Kurosawa gibi. Tabi bu intihar girişimi tahmin edeceğiniz üzere "Sinemasal bir intihar" M. Night Shyamalan'ın filmografisini bir ucubeye dönüştürüşünü izlemek üzücü. Tüm dünyanın tanıdığı ve her filmi merakla beklenen bir yönetmenseniz projelerinizi daha dikkatli seçmeli ve eğer senaryosunu da kendiniz yazıyorsanız ince eleyip sık dokumak zorundasınız. Quentin Tarantino, Jackie Brown'dan sonra 6 yıl bekledi ve Kill Bill çıktı ortaya. Darren Aronofsky, Requiem for a dream'in ardından yine 6 yıl bekledi ve The Fountain geldi. (Woody Allen'ı bu değerlendirmenin dışında tutuyorum) İşte Shyamalan'ın da böyle uzun bir nekahat dönemine ihtiyaç duyduğu aşikar.
Ses getirmeyen ilk iki filmi Praying with anger (1992) ve Wide Awake (1998) sonrası Altıncı His ile tüm dünyanın tanıdığı bir yönetmen haline gelen M. Night Shyamalan ard arda çektiği başarılı filmlerle (Unbreakable, Sings, The Village) Korku\Gerilim sinemasında kült bir figüre dönüştü. Shyamalan'ın tökezlemeye başladığı ilk film olan Lady in the water ilginç sayılabilecek bir hikayeye sahip olsa da içi boş bir masal. Bazı eleştirmenlerden geçer not almış olmasına bakmayın siz. Sudaki Kız çakma bir masal, ne yetişkinlere hitap ediyor ne de çocuklara. Bu filmin ardından bir kitap bile yazıldı: "Sesler duyan adam: Ya da M. Night Shyamalan kariyerini bir peri masalı için nasıl riske attı." Sudaki Kız'ın ardından bu başarısızlığı unutturabilecek bir filme imza atabilseydi belki bugün bunları konuşmayacaktık.
Ses getirmeyen ilk iki filmi Praying with anger (1992) ve Wide Awake (1998) sonrası Altıncı His ile tüm dünyanın tanıdığı bir yönetmen haline gelen M. Night Shyamalan ard arda çektiği başarılı filmlerle (Unbreakable, Sings, The Village) Korku\Gerilim sinemasında kült bir figüre dönüştü. Shyamalan'ın tökezlemeye başladığı ilk film olan Lady in the water ilginç sayılabilecek bir hikayeye sahip olsa da içi boş bir masal. Bazı eleştirmenlerden geçer not almış olmasına bakmayın siz. Sudaki Kız çakma bir masal, ne yetişkinlere hitap ediyor ne de çocuklara. Bu filmin ardından bir kitap bile yazıldı: "Sesler duyan adam: Ya da M. Night Shyamalan kariyerini bir peri masalı için nasıl riske attı." Sudaki Kız'ın ardından bu başarısızlığı unutturabilecek bir filme imza atabilseydi belki bugün bunları konuşmayacaktık.
Tam da Shyamalan'dan beklenebilecek bir öyküsü olan The Happening ise belli bir noktaya kadar merak uyandırıyor ve ilgiyle izletiyor kendisini ama finaliyle bir çuval inciri berbat ediyor, adeta saç baş yolduruyor. Filmlerinin senaryolarını da kendisi yazan Shyamalan belli ki yaratıcılığını kaybetmiş. Lady in the water ve The Happening hikayelerinin inandırıcılığı ve samimiyeti hususunda sınıfta kalıyor.
Yönetmeni bu sinemasal intiharın eşiğine getiren proje The Last Airbender elbette. Bu film ile farklı bir tür denemesine girişiyor Shyamalan. Milyonlarca hayranı olan bir çizgi film serisinin sinema uyarlamasının yönetmenlik koltuğuna oturmak Shyamalan'ın tarzını da düşündüğümüzde alabileceği en büyük riskti. film gişede neredeyse battı. Eleştirmenler, yönetmenin fanları ve çizgi serinin hayranları kimse yüz vermedi bu fantastik filme. Yeteneğinden şüphe duymadığımız(?) Shyamalan kredisini tüketti ama eski filmlerinin hatırına 2013 yılında çıkması beklenen After Earth adlı bilimkurgu filmiyle son bir şansı hak ediyor.
Son söz: Biz Shyamalan'ın sürpriz sonlarını sevmiştik kötü birer sürpriz olan son 3 filmini değil.