20 Aralık 2015

Türkiye gerçekleri mi, sinemanın gerçekleri mi?: Mustang


Deniz Gamze Ergüven’in ilk uzun metrajı Mustang, Fransa’nın Oscar aday adayı olması, Altın Küre’de adaylık elde etmesi, batıda başyapıt ilan edilmesi, ülke sinemamız kapsamında bize ait olup olmaması meselesi ve Türkiye gerçeklerini çarpıtma veya yanlış yansıtma gibi sorunları sebebiyle uzun zamandır bir tartışma konusu. Benim de bu tartışmada taraf olma zamanım gelmişti. Mustang’i yazımın başlığına da taşıdığım soru ekseninde, başka örneklere de değinerek irdeleyeceğim.

Mustang’in dış basında övgüyle karşılanmasının ardından ülkemizde vizyona girdiğinde batının aksine olumsuz eleştirilerin odağı olması, bakış açılarındaki farklılığın yanı sıra sinemadaki gerçeklik meselesiyle ilgilidir. Filme; Karadeniz’in bir sahil kasabasında öksüz kalmış beş kız kardeşin, aile büyüklerinin baskısına boyun eğmekle, başkaldırmak arasında gidip gelişinin naif bir özgürlük çığlığına dönüşünün hikâyesi denilebilir. Tartışma tam da burada başlıyor. Hikâyenin geçtiği coğrafyanın gerçeklerini bilmeyen batılı seyircinin filme nasıl yaklaştığı önemli diye düşünüyorum. Birincisi sinema sanatı çerçevesinde, yönetmenin anlatısına ve filmin duygusunu verip veremediğine bakılıyor. İkincisi karakterlerle empati kurularak ele alınan meselenin içselleştirilmesiyle doyuma ulaşılıyor. Gerçeklik sorgulamasına girilmediği (benzer olayların gerçekte filmde anlatıldığı gibi yaşandığı farz ediliyor ya da kurgusal açıdan değerlendiriliyor) ve filme daha saf bir biçimde yaklaşıldığı için övgüleri doğal karşılamak gerekiyor. Bizdeki durum ise tam tersi. Yönetmen Ergüven’in ülkenin kemikleşmiş sorunlarını anlatmak istediğini görüyoruz ama kendi gözlerimizle gördüklerimiz, duyduklarımız ve yaşadıklarımızdan bağımsız bir değerlendirme yapamıyoruz. Sebebi de mevcut gerçekliğin filmde ele alınandan çok farklı olması. Karakterlerin bu topraklara ait olmadığının net bir şekilde görülmesi. Ergüven’in özellikle kırsal kesimlerde yaşananlardan bihaber olması, bildiklerinin de gerçeklikle bağını olabildiğince kopararak hikâye etmesi gerçekliğin çarpıtılması veya önemsenmemesi olarak yorumlanıyor.

Eleştirilere hak vermekle birlikte hepsine katılamadığımı söylemek istiyorum. Çünkü Mustang’i sinemanın gerçekleri bağlamında değerlendirmenin daha hakkaniyetli olacağı kanısındayım. Sebebi de Ergüven’in Türkiye gerçeklerini masalsı bir Türkiye portresi içinde anlatmayı denemesi. Masalsı doku gerçekliğin deformasyonunu önemsizleştiriyor. Tam da bu noktada sinemanın gerçekliği devreye giriyor. Hatırlarsanız Reha Erdem de Jin’de benzer eleştiriler almıştı. Doğuda yaşayan veya orda yaşananları bilen insanlar tepkilerini dile getirmişti. Orada da gerçeklik masalsı bir dünyada eritilmişti. Erdem’in bir röportajında sinemada gerçeklikle ilgili verdiği örnek bakış açınıza bağlı olarak meseleyi kökünden çözüyor. Şöyle diyor Erdem: “Sinemadaki kuş, sinemadaki kuş, yani filmin kuşu, gerçek hayatta öyle bir kuş yok!” Sinemada gördüklerimizle gerçek hayattakiler birebir aynı değil diyor kısaca. Masalsı dokusu sayesinde bu örneği Mustang’e de uyarlayabiliyoruz. Ergüven, Erdem gibi bilinçli değil elbette. Ülkesini yeterince tanımadığı için sinemanın gerçeklerine sığınıyor. Gerçeklik meselesi sebebiyle Mustang’i eleştirenlerin Semih Kaplanoğlu’nun Bal filmini de eleştirmiş olması gerekiyor. Zira orda Karadeniz’in kalbinde yaşayan karakterlerin de Karadeniz insanıyla -figürasyonda kullanılan birkaç karakter dışında- alakası yoktu. Tipler evet kabul edilebilir ama Karadeniz şivesi ve Karadeniz insanın sıcaklığından eser yoktu. Bu tercihin sebebi Kaplanoğlu’nun minimal sinema anlayışıdır. Bunun anlamı da gerçek Karadeniz insanının yani Türkiye gerçeklerinin, sinemanın gerçeklerine tercih edilmesidir. Mustang ile karşılaştırmıyorum tabii. Orda dikkat çekmeyen, minimize edilmiş bir gerçeklik sorunu varken, Mustang’in hemen hemen her anında göze batması muhtemel olay ve davranışlar görüyoruz. Bal ve Jin örnekleriyle dikkat çekmek istediğim hususlar anlaşılmıştır eminim. 

Aslında filmin temel sorunu hikâyenin çok hızlı akması. Karakterleri tanımaya ve özümsemeye çalışırken hikâye alıp başını gidiyor. Yönetmenin neden bu kadar aceleci olduğunu çözemiyoruz. Belki ilk filmi olmasına yani tecrübe eksikliğine yorabiliriz bunu. Bu hızlı akış içinde yönetmenin çocuk gelinleri, kadına yönelik şiddeti, kadının cinsel bir obje olarak görülmesini, eğitimsizliği, muhafazakâr düşünce yapısını ve daha birçok şeyi eleştirmeye çalıştığını görüyoruz. Böyle olunca da ensest ilişki meselesi gibi bazı mevzular derinleştirilemiyor. Ergüven, iyi bir damar bulsa da hikâyelemede abartıya kaçıyor. 

Toparlarsak, sinemanın kendi gerçekliği içinde değerlendirdiğimizde, eksiklerine rağmen başarılı bir ilk film Mustang. Deniz Gamze Ergüven filmin duygusunu verebilmiş. Sinemamız adına önemli bir kazanç olduğunu düşünüyorum. Oscar ve Altın Küre’de yolu açık olsun. 7.3\10