Bay Banks’i kurtarmak, Mary Poppins isimli dünyaca
ünlü romanın yazarı P.L.Travers ile onu filme çekmek isteyen Walt Disney
arasında geçiyor. Disney, tam bir ticari patron olsa da yerinde duygusal yanını
gösterebilen bir karakterken P.L.Travers tam bir soğuk hatta kıl bir İngiliz
olarak karşımıza çıkıyor. Hikaye, tekdüze gelişmesine ve direk anlatılmasına
karşın P.L.Travers rolünü başarıyla canlandıran Emma Thompson yarattığı
derinlikli karakterle kendinden söz ettirmeyi başarıyor. Walt Disney’i
canlandıran Tom Hanks ise neşeli karakterde biri olarak göze çarpıyor. Maalesef
Mr.Banks’i kurtarmak, etkileyici konusuna rağmen hikayesindeki sıradanlık ve
senaryoda sırıtan çatışma yokluğu, teatral duruşu ön planda olmasıyla harika
bir gişe ve iyi bir çocuk filmi oluyor. P.L.Travers’ın hayatının karanlık
tarafının geriye dönüşlerle anlatıldığı filmi büyükler içinde iyi bir seyirlik
haline getiriyor.
Burç Karabulut yazdı
Soğuk
başlangıçlar
P.L. Travers, Walt Disney ile tanışmak için
Amerika’ya gidiyor. Travers başından beri sorunlu bir karakteri olduğunu bize
anlatan bir sürü olay yaşıyor. Uçakta, ofiste, dışarda, arabada ve insanlarla
konuşmasında hep bir gıcıklık, soğukluk gösteriyor. Çocuk romanı yazmış ve
dünyada bu kadar ünlü olmuş bir insan bu kadar antipatik olabilir mi diye
soruyorsunuz ister istemez. Walt Disney, olumlu, kabul edici, yerinde
arkadaşcıl tavrı -hatta şunu kesin söyleyebilirim- ile adeta Disney ailesinin
bir parçası olarak görüyor. Disney’e sıcaklık duyarken Travers’a bir antipati
duyuyoruz. Bu noktadan itibaren film, kitabın filme dönüştürülmesi için yaşanan
kargaşa sürecini ve Travers’ın adapte olamamasını işliyor. Bar’da İngiliz çayı
içmeyi istemesi buna örnek verilebilir.
Bambaşka
bir Travers
Travers’ın adapte olamaması onu yalnız, depressif
kılıyor gibi görünse de yavaş yavaş sis perdesi kalktığında bambaşka bir
Travers görmeye başlıyoruz. Ailesi, hayatı, deneyimleri, travması sırayla sahne
sahne seyirciye sunuluyor. Çocuk roman yazarı olan Travers, beklendiği gibi
kendi hayatından çok etkileniyor. Hangi yazar etkilenmemiştir tabii o ayrı
soru. Sıradan bulunabilir ama Travers’ın hayatında yaşadığı sorunların
kaynağına iniyoruz. Bir psikolog nasıl hipnoz yapıp hastasının bilinçaltına
yöneliyorsa bizde öyle yöneliyoruz. Antipati silinmeye başlıyor. Bir süre sonra
eğlenceli bile oluyor. İşin ilginci Walt Disney’de çok sonra da olsa Travers’a empati
yapmaya ve onu çözmeye çalışıyor. Hatta bir zaman geliyor Disney, inatlarından,
bağnazlıklarından vazgeçip sadece anlamaya çalışıyor. Travers çok bilinmeyenli
bir denklem gibi gözüküyor.
Walt
Disney kontrolü ele alıyor
Travers da Disney de kendi isteklerinde inatçılar. Her
ikisi de filmi kendi istediği gibi çekmek istiyor. Travers, kendi istediği
olmadığı için İngiltereye dönüyor. Bu ayrılış aslında yapbozun parçalarını da
yerine oturtuyor. Disney, Travers ile tanıştığından beri ilk defa problemi
çözüyor. Filmin çekilmesine giden yolu açıyor. Başarılı bir psikolog gibi
Travers’ı çözmeyi başarıyor. Travers başta memnun olmasa da teslim olmak
durumunda kalıyor.
Emma
Thompson izletiyor
Film için iki tane iyi şey söyleyebilirim. Biri
Disneyland diğeri de Emma Thompson. Yukarda da söylediğim gibi; Emma’nın çok
iyi bir karakter analizi yaptığını söylemekle beraber diyalogların iyi
yazılmasının da etkisiyle P.L.Travers’ı yaşıyor, yaşatıyor. Korkularının,
travmalarını da dikizleyen biz seyirciye de onu takdir etmek kalıyor. Uzayan ve
sıkıcılaşan süresine rağmen Emma filmi tek başına almış götürmüş. Oscar
adaylığı için bir şey söyleyemesem de Akademi Emma’nın performansı gözardı
etmemeli sanki.