Bazen memur yönetmenlik yapsa da kariyerinde Apollo 13, Edtv, Cinderella Man, Frost/Nixon ve kendisine en iyi yönetmen Oscar'ını kazandıran A Beautiful Mind gibi nitelikli filmler çıkarmasını bilen Ron Howard, sonunda ilk başyapıtını verdi. Yüksek gerilimli Dan Brown romanlarından yaptığı vasat uyarlamalar bir yana Frost\Nixon, A Beautiful Mind ve son olarak Rush, yönetmenin aslında kurgusal uyarlamaların değil de gerçek hikaye uyarlamalarının adamı olduğunu ispatladı. Howard, Formula 1 yarışlarının altın dönemi olan 70'li yılları odağına aldığı Rush'ta; Ferrari'nin Avusturalyalı pilotu Niki Lauda ile McLaren'in İngiliz pilotu James Hunt'ın 1976 sezonunda şampiyonluk için giriştikleri ezeli rekabeti beyazperdeye aktarıyor.
Rush için klasik bir başarı öyküsü denebilir mi? Belki ama filmin ilk 5 dakikası çok daha fazlası olduğunun ilk işaretlerini veriyor. Niki Lauda'nın bakış açısıyla açılan ve karakterin iç sesiyle anlatılmaya başlanan ezeli rekabet, Howard, flashback yapıp da diğer ana karakterimiz James Hunt'ın kendi bakış açısı ve iç sesini devreye soktuğunda, yönetmenin iki karaktere de eşit mesafede durduğunu anlıyoruz. Evet bu bir başarı öyküsü ama yönetmen Howard, kazanmak için her şeyi yapıp hayatlarını ortaya koyan iki yarışçıya odaklanmayı tercih ediyor. Filmde ana karakterlerimizin geçirdikleri değişim, aralarındaki rekabetten ve yarışların kendisinden önde tutuluyor. Zaten Howard da anlatısı ve yaklaşımıyla bunu doğruluyor.
Sıfırdan başlayan ve başarı basamaklarını aralarındaki rekabetle birlikte çıkan Lauda ve Hunt, başlarda birbirleri 'pislik' olarak görüyorlar. Özellikle zıt karakterlere sahip olmaları, toyluklarıyla birleştiğinde zafere ve başarıya giden yolda onur, spor ahlakı ve insani değerleri gözlerinin görmemesine sebep oluyor. Lauda'nın disiplini ile Hunt'ın başına buyruk tavırları, kadınlara ve alkole düşkünlüğü bir yana aralarındaki temel fark yarışlara ve hayata bakışlarının farklı olması.. Ortak noktaları ise davalarına olan adanmışlıkları diyebiliriz. Bu adanmışlık uzun Formula sezonunda zamanla birbirlerine saygı duymalarını sağlayacaktır.
Yarışların yarattığı heyecan, merak duygusu ve yükselen temposuyla seyirciyi saran Rush; karakterlerimizin inişleri, çıkışları ve çatışmalarıyla dramatik yapısı sağlam bir spor filmine uzanıyor. Film, "Formula 1 tutkunları için Rush yılın en iyi filmlerinden biri olabilir" söylemini de boşa çıkarıyor. Kendimden örnek vermem gerekirse, evvel zaman önce biraz Formula oyunu oynamış biraz da yarışları izlemiş ama genel olarak ilgisiz kalmış biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Rush, bir an bile sarkmayan, sinematografisiyle göz dolduran, yaşattığı heyecanla tırnak kemirten, izlerken 'True Story' gerçeğini tamamen unutturan, öte yandan gerçekleri kusursuzca peliküle aktarmayı başarabilen bir film. Dolayısıyla da Rush'ı sevmeniz için Formula yarışlarını değil, sinemayı sevmeniz kafi gelecektir.
Son söz: Roh Howard'ın Formula 1 yarışlarını oldukça estetik ve gerçekçi bir biçimde aktardığı Rush, geride bıraktığımız 2013'ün en önemli sinema olaylarından biri.. 9.5\10