2 Ocak 2015

Çarpık sistemin anti-kahramanları: Nightcrawler


Usta senaristlerin zaman zaman kamera arkasına geçtiklerine şahit oluyoruz. Genelde çok iyi bir sonuç verdiğini söyleyemeyiz. Ancak anlaşılabilir bir şey bu. Belki kendi özgün üretimlerini en iyi kendilerinin peliküle aktarabileceklerine olan inançları, belki de sadece üstesinden gelip gelemeyeceklerini görmek ya da film vizyona girip de övgünün çoğunu yönetmenlerin toplamasından rahatsız olmalarıdır sebebi.. Her ne olursa olsun The Fall ve Reel Steel gibi filmlerin senaristi olarak tanıdığımız ve 20 yılı aşkın bir zamandır sektörde olan Dan Gilroy, ilk yönetmenlik denemesi olan Nightcrawler (Gece Vurgunu) ile 2014’ün en çarpıcı işlerinden birini ortaya koyuyor. Jake Gyllenhaal’ın unutulmaz performasıyla damga vurduğu filmi, hayat verdiği Lou Bloom karakteri üzerinden yorumlamak sağlıklı olacaktır.

Geçmişi olmayan adam

Yazar-yönetmenimiz Gilroy, ana karakterimizin geçmişi, ailesi, arkadaşları, sorunları vb. detaylarla klasik bir karakter gelişimiyle yol almıyor. Bunun yerine, karakter gelişimini onu sokaklara salıp, karşılaştığı olaylara verdiği tepkilerle, davranışlarıyla sağlıyor. Daha zor olan yolu seçmesiyle de yönetmeni takdir etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Gilroy, Lou Bloom’u Los Angeles sokaklarında, hırsızlık yaparken tanıştırıyor seyirciye. İlk sahneden ne kadar gözü kara bir adam olduğunu ve para için, hayatta kalabilmek için her şeyi yapabilecek nitelikte biri olduğunu anlıyoruz. Hırsızlıkla hayatını sürdürmesine karşın çalışarak kazanmak istediğini de görüyoruz. Bloom, bir gece polisin müdahale ettiği bir trafik kazasında son dakika habercisini iş üstünde gördüğünde kararını veriyor. Bir son dakika habercisi olup zirveye oynayacak… Bloom’un zirveye oynarken çizdiği yol, Nightcrawler’ın ana meselesi denebilir.

Ne kadar ileri gidebilirsiniz?

Gilroy, kendinize koyduğunuz hedef doğrultusunda ne kadar ileri gidebilirsiniz; iyi kazanmak, iyi bir kariyer yapabilmek uğruna hangi erdemlerinizden vazgeçebilirsiniz? diye soruyor. İş ahlakından, dürüstlükten ve insani değerlerin hiçbirinden nasibini almamış Bloom’un karşısına, gece vardiyasında çalışan yozlaşmış bir haber yönetmeni olan Nina’yı çıkarıyor Gilroy. Böylece çürümenin toplumun tamamına yayıldığını söylerken, daha vahim bir gerçeğe dikkat çekme fırsatı buluyor. Toplumu yozlaştıranın modern hayatın getirdiği çarpık sistem olduğunu söylüyor. Kapitalist sistemin kurbanlarıyız gibi bir sonuç da çıkarılabilir buradan. Yönetmenin yozlaşmış karakterlerini Bloom ve Nina gibi yalnız bireylerden seçmesi önemli bir ayrıntı. Gilroy, yalnızlık ve asosyalliği toplumu yozlaşmaya götüren bir tür hastalık olarak algılamamızı istiyor sanki.

Medyanın gör dediği

Sistemin çarpıklığından bahsederken, medyanın rolünü es geçemeyiz. Gilroy, reyting uğruna şiddet pompalayan haber bültenlerini topa tutarken, bunun da arz-talep meselesi olduğunun altını çiziyor ve tüm suçu medyanın üzerine atmamaya özen gösteriyor. Toplum şiddetle besleniyor. Polisle girilen silahlı çatışmalar, kazalar, cinayetler vb. olaylar toplumu yakından ilgilendiriyor. Ancak kimsenin -kendi başına gelene kadar- gerçekle ilgilendiği yok. Bu açığın farkında olan medya da gerçeği manipüle edip sunmakta sakınca görmüyor. Toplumu yönlendiren medya, neyi görmemizi isterse onu görüyoruz ve dolayısıyla da tıpkı Lou Bloom gibi anti-kahramanların çarpık başarı öyküleri doğuyor.

Son söz: Yozlaşmış insanlar ve yerel medya aracılığıyla bizleri Los Angeles’ın karanlık yüzüyle tanıştıran Gilroy, incelikle ördüğü hikayesiyle kolay kolay unutulmayacak bir sistem eleştirisi sunuyor. Şüphesiz ki, gücünü senaryosundan ve Jake Gyllenhaal’ın Oscar’a göz kırpan performansından alan Nightcrawler, Gilroy’un kamera arkasındaki işçiliğiyle iyice parlıyor. 9\10