17 Mayıs 2015

Aksiyon Operası: "Mad Max: Fury Road"


George Miller’ın 1979’da yarattığı ve 80’lerde bir üçlemeye dönüştürdüğü Mad Max, post apokaliptik bilimkurgu alt türünün en klasik örneklerinden biri. Mütevazi bir bütçe ile sinema yolculuğuna başlayan Mad Max, başarılı olunca stüdyodan daha yüksek bir bütçe koparabilmişti. Ancak 30 yıl sonra gelen dördüncü film Fury Road ile kıyaslanamayacak bir bütçeden söz ediyoruz yine de. George Miller’ın üçlemesi, ait olduğu türün görsel kimliğini oluşturmasında büyük bir paya sahipti ve ayrıca kıyamet sonrasını aksiyonla buluşturmasıyla da tür içinde başka bir alan açtığını söyleyebiliriz. Önceki filmlerde olduğu gibi kamera arkasına geçmekle yetinmeyen Miller, filmin senaristlerinden biri. Zaten Mad Max’in dünyasını ondan iyi bilen biri de yok.

Max Max’in dünyası genişletilebilir bir dünya değildir. Bunun sebebi de saf bir post apokaliptik bilimkurgu olmasıdır. Bu alt türün diğer klasik örneklerinden Planet of the Apes ve Terminator gibi zaman yolculuğu aracılığıyla gitgelli bir hikaye örgüsüne sahip olmadığı gibi komplike de değildir. Zaten ilk üç filme baktığımızda hikayenin düz bir akışla ilerlediğini ve sadece zamansal olarak ilerlediğini görürüz. Her seferinde medeniyetten biraz daha uzaklaşırız. Bu uzaklaşma hali de Mad Max’in alt tür bazında üzerine yeni bir şey koymasının önünü tıkar. George Miller da bunu iyi bildiğinden yeni nesil Mad Max’i yaratırken, aynı formüllerle fakat farklı yollara saparak sorunu çözmeyi denemiş ve elbette başarılı olmuş. Dolayısıyla Fury Road’u post apokaliptik bilimkurgu alt türü açısından yeni bir şey söyleyemiyor ya da onu genişletemiyor şeklinde eleştirmek doğru bir yaklaşım değil.

Aynı formüller derken ne kast ediyoruz? Miller’ın En başta alt türü yol filmleri ve aksiyonla buluşturduğu formülü harfiyen uyguladığını ve fakat serinin ikinci ve üçüncü bölümlerinde filmin belli bir kısmında cereyan eden kaçmalı-kovalamacalı aksiyonu Fury Road’un tamamına yaydığını görüyoruz. Pek tabii, 2 saat boyunca dinmeyen aksiyonu olanaklı kılan Mad Max’in aradan geçen 30 yılda bir blockbuster’a terfi etmesi (!) Şurası açık ki, Miller’ın kafasında seyircisini doz aşımına uğratacak bir aksiyon çekmek varmış yıllardır. Serinin ikinci filmi The Road Warrior’u o günkü imkanlarıyla bir aksiyon şovuna dönüştürebilmiş olsa da Fury Road’da sınırlarını zorladığını görüyoruz. O halde şöyle bir yorum yapabiliriz: Miller, Mad Max serisinin üzerine koyulabilecek yeni bir şey olmadığını çok iyi bildiğinden Fury Road’u bir aksiyon operasını dönüştürmenin en doğrusu olacağını öngürmüş. Sanat yönetimi ve görsellikle üçlemenin çok üzerine çıkılması ve doyumsuz aksiyonuyla özellikle yeni nesil sinema seyircisinin beklentileri karşılamakta hiç zorlanmayacak bir film çıkarmış Miller.

Fury Road’un en şaşırtıcı yanı ana karakterimiz Max’i ikinci plana atması ve Furiosa adlı güçlü bir kadın karakteri öne çıkarması denilebilir. Max’ten başlarsak, Furiosa’nın ondan rol çalmasının dışında karakter olarak da birtakım değişiklikler göze çarpıyor. Daha sessiz, mizahi yönü törpülenmiş bir karaktere dönüştürülmüş. Mel Gibson-Tom Hardy değişikliğinin de bu değişimde etkili olduğu kanısındayım. Furiosa’ya gelirsek, Miller’ın Sarah Connor ve Ripley gibi sinema tarihine damgasını vurmuş bir savaşçı kadın yarattığını söylersek abartmış olmayız. Zaten Miller’ın Max’i geri çekmesinin tek bir mantıklı açıklaması var; o da hikayeyi Furiosa üzerine kurması… Furiosa için dişi Max de diyebiliriz aslında. Zorunlu da olsa kader birliği yapan iki karakterimizin çok geçmeden ortak noktaları olduğunu anlıyoruz. Kefaret bunlardan biri ve umuda yolculuktan ziyade öne çıkan tema da bu. Max ve Furiosa’nın geçmişlerinden kurtulamamış olmaları kesintisiz aksiyon içinde karakter gelişimi ve dramatik yapı açısından önemli bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.

Miller, Fury Road’u yaratırken üçlemenin her filminden bir parça almış sanki. Bilhassa da ikinci film The Road Warrior’la pek çok ortak nokta görmek mümkün. Orada bir grup insanla petrol karşılığında anlaşma yapan ve zorunlu olarak çetelere karşı savaşan Max, Fury Road’da daha spontane gelişen birtakım olaylar sonucu Furiosa ile kader birliği yapıyor. The Road Warrior’un aksiyona yüklenmesi ve seri içinde bu şekilde parlamasından açılış sekansındaki açıklamalara kadar benzerlikler çoğaltılabilir. Üçüncü film Beyond Thunderdome’dan ise Max’in filmin başında yakalanmasını ve kötü karakterimiz Ölümsüz Joe’nun yönetim şekli ve halkı için ifade ettiklerini Fury Road ile eşleştirebiliriz. Karakterler dışında en büyük farklılık ise suyun hayati yönünün vurgulanması ve onu kontrolü altında tutanın halkı da kontrol altında tutması durumu. Petrol savaşı da tıpkı Max’in ikinci plana atılması gibi Fury Road’un hikaye akışında ikincil bir öneme sahip.

Son söz: Fury Road, Mad Max üçlemesinin en iyi halkası The Road Warrior’a kafa tutuyor. Beklenti ötesi bir başarı… 8.7