26 Şubat 2015

Jarhead


Çoğunlukla ilk filmi American Beauty ile tanınan Sam Mendes, hangi türe el atsa olayın dramatik boyutunu öne çıkaran yetkin bir sinemacı. Mendes'in tür denemesine giriştiği üçüncü uzun metraj çalışması Jarhead, Anthony Swofford adlı bir askerin anılarından oluşturduğu romanından uyarlanan bir savaş filmi. Kadroda; Jake Gyllenhaal, Jamie Foxx, Peter Sarsgaard ve Chris Cooper gibi önemli isimler yer alıyor. Filmde petrol kuyularını korumak amacıyla Suudi Arabistan çöllerine gönderilen bir grup askerin (özellikle keskin nişancı Swoff'un) yaşadığı psikolojik çöküş işleniyor.

2000'li yıllarda Hollywood, 11 Eylül ve Irak Savaşı sonrasında Orta Doğu'ya yöneldi. Her ne kadar Jarhead, Körfez Savaşı'nı konu edinse de son yıllardaki konjonktürün etkisi çok bariz. Sam Mendes'in bir savaş filmi klasiği yaratma düşüncesiyle yola çıktığını düşünmüyorum. Ancak seçtiği hikayenin buna müsait olmadığı çok açık. Mendes, ortaya karakter merkezli, durağan ve savaşı yüceltmeyen bir film çıkarırken Jarhead'in atası olarak Stanley Kubrick'in başyapıtlarından Full Metal Jacket'ı belirlemiş. Filmin 15 dakikalık ilk bölümü acemi askerlerin eğitim aşamalarını görselleştiriyor. Daha ilk karede karşılaştığımız; küfürler yağdıran, sert komutan tiplemesi bunun en açık göstergesi. Benzerlikler bununla sınırlı değil; iki filmde de eğitim kısmının ardından operasyon safhasına geçiliyor ve öldürme eylemi sorgulanıyor.

Eğitim sürecinde gerek izletilen savaş filmleriyle gerekse de verilen ağır eğitimle savaşa hazırlanan askerler; gün gelip savaş ortamına sevk edildiklerinde, çölde uzun bir bekleyişle karşılaşınca psikolojik dengeleri bozuluyor. Deyim yerindeyse savaşmak için can atıyorlar ama beklenen savaş onlara uğramıyor. Mendes, filmini Swoff adlı bir askerin bakış açısından anlatıyor. Sık sık ana karakterimizin iç sesini duyuyoruz. Orada yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışan sıradan bir Amerikan genci ekseninde savaşın birey üzerinde bıraktığı tahribatın altı çiziliyor. Bir savaş sahnesinin olmaması filmi karakter draması hüviyetine taşıyor ve tür içerisinde farklı bir konuma yerleştiriyor. Çölde geçen bölümlerde üst düzey bir görsellik yakalanırken son yarım saatte petrol kuyularının yanmasıyla eşsiz kareler yansıyor perdeye. Görüntü ve sanat yönetimi, oyunculukları ve savaşmaya-öldürmeye koşullanan bireylerin psikolojisini kusursuz bir biçimde perdeye taşıyan bir savaş draması denilebilir Jarhead için.

Son söz: Sam Mendes, beklentileri boşa çıkarmıyor. 7.5\10

23 Şubat 2015

87. Oscar Ödülleri sahiplerini buldu!


87. Oscar ödülleri sahiplerini buldu. En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil 4 dalda ödüle uzanan Birdman geceye damgasını vurdu. Oyuncu kategorilerinde sürpriz yaşanmazken, Ida'nın aldığı Yabancı Dilde En İyi Film ödülü belli ölçüde şaşırtıcı oldu.

En İyi Film:
Birdman

En İyi Yönetmen: Alejandro González Iñárritu (Birdman)

En İyi Kadın Oyuncu: Julianne Moore (Still Alice)

En İyi Erkek Oyuncu: Eddie Redmayne (The Theory of Everything)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Patricia Arquette (Boyhood)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: J.K. Simmons (Whiplash)

En İyi Özgün Senaryo: Birdman

En İyi Uyarlama Senaryo: The Imitation Game

En İyi Kurgu: Whiplash

En İyi Görüntü Yönetimi: Birdman

En İyi Yapım Tasarımı: The Grand Budapest Hotel

En İyi Özgün Müzik: The Grand Budapest Hotel

En İyi Özgün Şarkı: Glory (Selma)

Yabancı Dilde En İyi Film: Ida (Polonya)

En İyi Animasyon: Big Hero 6

En İyi Belgesel: Citizenfour

En İyi Kostüm Tasarımı: The Grand Budapest Hotel

En İyi Makyaj ve Saç: The Grand Budapest Hotel

En İyi Görsel Efekt: Interstellar

En İyi Ses Kurgusu: American Sniper

En İyi Ses Miksajı: Whiplash

20 Şubat 2015

En İyi 5 Tim Burton Filmi


80’lerin başında kısa filmleriyle sinemaya adım atan Tim Burton modern bir hikaye anlatıcı. Beetlejuice ile hayaletli ev filmlerini ters yüz eden, Batman filmleri, Edward Scissorhands, Sleepy Hollow gibi işleriyle gotik öğelere yer veren, eksantrik karakterler yaratıp onları yer yer masalsı hikayeler içine salıveren Burton, son filmleriyle çaptan düşse de kendisinden umudumu kesmediğimiz yaratıcı yönetmenlerden.

İlk 5 listemize giremese de Sleepy Hollow'u, ilk Batman filmini, leziz animasyonu Corpse Bride'ı, müzikal çalışması Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street'i ve bir yeniden yapım olmasına karşın aslını aşması sebebiyle Charlie and the Chocolate Factory'i de anmak istedim.

Burton, bu ay tarzının dışında çıktığı Big Eyes ile umut verdi ve iyi bir geri dönüş yaptı diyebiliriz. Gösterimi 6 Mart'a ertelenen Big Eyes'ı fırsat bilip, arkadaşım Melek Bostan’la en iyi 5 filmini seçtik. Kendisine katkısı için teşekkür ediyorum.


5- Batman Returns

Burton, Batman’in başarısı üzerine devam filmi Batman Returns ile çok daha iddialı bir dönüş yaptı. Michael Keaton Batman’e ikinci kez hayat verdiği projede Max Shreck ve Penguen’in Gotham’ı kontrol altına almaya çalışması konu ediliyor, Kedi Kadın’ın ortaya çıkmasıyla da işler iyice sarpa sarıyordu. Burton, ilk filmde bir süper kahraman filmi nasıl olmalı sorusunun cevabını ararken, kazandığı tecrübeyle Batman Returns’te pek çok açıdan kusursuz bir iş ortaya koydu. Alabildiğine karanlık atmosferiyle, gotik mimariyi kullanımıyla, ışık-gölge oyunlarıyla oldukça estetik bir süper kahraman filmiydı karşımızdaki. Michelle Pfeiffer’ın Kedi Kadın, Danny Devito’nun Penguen yorumuyla tat kattığı Batman Returns, kendi alanında 90’ların en güzel işlerindendi.


4- Ed Wood

Burton, 1994’te dünyanın en kötü yönetmeni olarak nam salmış Ed Wood’un biyografisiyle seyircisinin karşısına çıktı ve çok başarılı bir işe imza attı. Filmde Ed Wood’un en deli dolu olduğu dönemi odağına alan Burton, ilham kaynakları arasında gösterdiği yönetmene saygı duruşunda bulunuyordu aslında. En popüler filmleri Glen or Glenda ve Plan 9 from Outer Space’in çekim süreçlerini, Ed Wood’un çalışma yönemlerini ve ‘bir şekilde hallederiz’ mantığını oldukça eğlenceli bir üslupla peliküle aktaran Burton, siyah-beyaz tercihi ve Johnny Deep’in Ed Wood yorumuyla kariyerine önemli bir halka eklemekte zorlanmadı. Evet, filmi izlerken Ed Wood’a neden dünyanın en kötü yönetmeni dendiğini, bu kadar acımasız bir yakıştırmayı hak etmemiş olmasına karşın- daha iyi anlıyoruz. Ed Wood’un sinemaya duyduğu aşkı, kendi tutkusuyla birleştiren Burton, bu tuhaf sinema icraatçısını layığıyla resmediyor.


3- Big Fish

Tim Burton alışkın olduğumuz gotik tarzından çok uzak, daha renkli bir yapı tercih etmiş Big Fish'te. Film, bir baba-oğul ilişkisini masalsı hikayelerle ele almış fantastik bir dram. Edward Bloom geçmişini abartılı hikayelerle anlatmayı seven bir babadır. Düğün günü oğlu Edward'la hayalperest tavırları yüzünden tartışır ve üç yıl boyunca görüşmezler. Üç yıl sonunda Edward hastalanır ve Will babasının yanına onu görmeye gelir. Fakat Edward, nasıl öleceğini bildiği için rahattır. Yıllar önce cadının gözünde nasıl öleceğini öğrenmiştir. Hikayede Edward'ın masallarını anlatmak için sürekli flashbackler kullanmış. Tasarlanan mekanlar, kurulan renkli doku Edward'ın hayalperest dünyasını başarılı şekilde aktarmış.Genç Edward rolünde Ewan Mcgregor yaşlı Edward rolünde Albert Finney ve onlara eşlik eden Helena Bohem Carter olmak üzere oldukça tatmin edici bir oyuncu kadrosu da filmin başka bir artısı.
Melek Bostan


2- Edward Scissorhands

Burton’ın bir nevi kendi Frankenstein filmini çekmek için yola çıktığı Edward Scissorhands, yönetmenin hikayesini bir masal gibi anlatması ve o dokuyu her anında hissettirmesiyle damakta unutulmaz bir tat bırakıyor. Bir çocuğun büyükannesine yönelttiği “neden kar yağar?” sorusuyla açılan film, yaşlı bir mucit tarafından yaratılan ama yaratıcısı ölünce tamamlanamayan, elleri makastan bir adamın hikayesini anlatıyor. İnsanlar arasına karıştığında başta hoş karşılanan Edward, aşkı tattığında kontrolünü kaybediyor. Banliyö sakinlerinin huzur dolu yaşamı, Edward’ın tehlike arz etmesi veya öyle düşünülmeye başlaması ile ötekileştirilmesi, bilmediği bir dünyanın içine çekilen karakterimiz için sonun başlangıcı anlamına geliyor. Burton’dan dramatik açıdan güçlü, duygusal bağ kurmakta zorlanmayacağımız bir başyapıt Edward Scissorhands.


1- Beetlejuice

Tim Burton’ın eğlenceli, renkli dünyasını en iyi anlatan filmlerden hatta belki de en iyisi olan Beetlejuice, hikayesi açısından hayaletli ev teması ile korku sinemasının ögelerini içinde bulunduran bir fantastik - komedi filmi. Adam ve Barbara kendi halinde huzur içinde yaşayan bir çifttir. Bir gün araba kazası geçirirler. Evlerine geldiklerinde ölü olduklarını fark ederler ve öteki tarafa kabul edilmek için beklemeleri gerekmektedir. Fakat tam o sırada evleri satılır ve zengin ev sahipleri huzurlarını kaçırır. Onlarla baş edemeyeceklerini düşünen çift Beetlejuice adlı hayaletten yardım isterler. Film, renkli yapısı makyaj ve kostümlerin başarısı ve baştan sona muhteşem müzikleriyle tam bir doyum yaşatıyor, eğlenceyi her açıdan hissetmenizi sağlıyor.
Melek Bostan

15 Şubat 2015

Bir Zamanlar Sinema öneriyor - #16 Dreams


Japon sinemasının imparatoru Akira Kurosawa’nın sondan üçüncü filmi olan Dreams, ustanın hayatı boyunca gördüğü rüyalardan hareketle senaryolaştırdığı, 8 kısa metrajdan oluşan bir başyapıt. Evet, Dreams 8 kısa filmden ibaret ama her film, bütüne daha doğrusu ortak bir amaca hizmet ediyor. Cannes Film Festivali’nde de gösterilen Dreams’in ana teması doğa. Her biri bir rüya atmosferinde çekilen bölümler; görsellikleri, estetiği, eleştirel yönü ve Kurosawa’nın dingin ve ustalıklı anlatmıyla devleşiyor.

“Yağmurda süzülen Güneş Işığı” adlı ilk bölümde doğaya saygı duymamız gerektiği vurgulanırken, sonraki bölüm “Şeftali Bahçesi”nde kesilen şeftali ağaçlarının insan bedenlerindeki tezahürünü izleriz. Başrolde yine bir çocuk vardır ve ağaçların kesilmesinin onu nasıl etkilediği yansıtılır. Film, üçüncü hikaye “Tipi” ile tonunu koyulaştırır ve insanın doğa karşısındaki acizliği ele alınır. “Tünel”de film ana temasından kopar gibi olsa da dolaylı da olsa doğayla ilgilidir yine. Öldüklerinin farkında olmayan bir tabur askerin öyküsü dramatik açıdan güçlüdür. 5. Bölüm “Kargalar” filmin en ayrıksı kısmıdır. Bir resim öğrencisi, Van Gogh’un resim sergisini gezerken ressamın eserleri içinde kaybolur. Van Gogh’un tabloları adeta canlanır. Doğaya onun eselerinden bakarız. Estetik açıdan da filmin en doygun kısmıdır “Kargalar”. Kırmızı Fuji Dağı ve Ağlayan İblis adlı bölümler ise Nükleer felaketlere dikkat çeker. İnsanoğlunun yeryüzünü cehenneme çevirmesi ve doğanın ölümü, doğayla birlikte insan şeytana dönüşmesi çarpıcı karelerde karşımıza çıkar. Son bölüm “Su Değirmeni Köyü”, insanın doğanın ayrılmaz bir parçası olduğunu söyler ve organik yaşamın önemine değinir.

Pek kıymeti bilinmemiş bu Kurosawa başyapıtını, her sinemaseverin görmesi gerektiğini düşünüyorum.

11 Şubat 2015

Oranlarıyla 87. Oscar Ödülleri Tahminleri


87. Oscar Ödülleri için kişisel seçimlerimin ardından sıra geldi 22. Şubat gecesi ortaya nasıl bir tablo çıkabileceğine yönelik tahminlere... Oyuncu kategorilerinde ciddi bir sürpriz beklemiyorum. Almasını istediğim oyuncuların ipi göğüsleyeceğini düşünüyorum. En İyi Film ve En İyi Yönetmen kategorileri ise belirsizliğini koruyor. Boyhood, En İyi Film'e en yakın aday gibi görünse de son düzlüğe girerken Birdman atak yaptı denilebilir. Amerikan Yapımcılar Birliği'nin Birdman'i ödüllendirmesi ve bu ödülü alan filmin 7 yıldır Akademi Ödülleri'nde En İyi Film Oscar'ına uzanması önemi bir veri. Bu yıl herhangi bir filmin beşten fazla ödül alabileceğine pek ihtimal vermiyorum. Ödül dağılımı büyük ihtimalle dengeli olacaktır. Birdman geceyi 4 veya 5 ödülle kapatabilir.

Julianne Moore gözümden kaçmış. O sebeple en iyi kadın oyuncu kategorisinde oranları güncelledim.

Kişisel tercihlerim için bakınız

En İyi Film
Birdman %52 Boyhood %48

En İyi Yönetmen
Alejandro Gonzalez Inarritu %50 Richard Linklater %50 

En İyi Erkek Oyuncu
Eddie Redmayne %60 Michael Keaton %35 Steve Carell %5

En İyi Kadın Oyuncu
Rosemund Pike %25 Julianne Moore %75

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
J.K. Simmons %75 Edward Norton %25

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Emma Stone %40 Patricia Arquette 35 Laura Dern %15 Meryl Streep 10

En İyi Özgün Senaryo
The Grand Budapest Hotel %40 Birdman %35 Nightcrawler %25

En İyi Uyarlama Senaryo
The Theory of Everything %30 American Sniper %30 The Imitation Games %25 Whiplash %10 Inherent Vice %5

En İyi Kurgu
Boyhood %40 American Sniper %40 The Imitation Game %20

En İyi Görüntü Yönetimi
Birdman %60 Ida %10 The Grand Budapest Hotel %30

8 Şubat 2015

68. BAFTA Ödülleri sahiplerini buldu


İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) ödülleri sahiplerini buldu.

En İyi Film
Boyhood
En İyi İngiliz Filmi
The Theory of Everything
En İyi Yönetmen
Richard Linklater / Boyhood
En İyi Erkek Oyuncu
Eddie Redmayne / The Theory of Everything
En İyi Kadın Oyuncu
Julianne Moore / Still Alice
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
J.K. Simmons \ Whiplash
En İyi Kadın Oyuncu
Patricia Arquette / Boyhood
En İyi Özgün Senaryo
Wes Anderson / The Grand Budapest Hotel
En İyi Uyarlama Senaryo
The Theory of Everything
Yabancı Dalda En İyi Film
Ida
En İyi Sinematografi
Birdman
En İyi Kurgu
Whiplash
En İyi Görsel Efekt
Interstellar
En İyi Sanat Yönetmeni
The Grand Budapest Hotel
En İyi Animasyon 
The Lego Movie
Yükselen Yıldız Ödülü
Jack O'Connell

7 Şubat 2015

Uzay Operası cephesinde yeni bir şey yok!: Jüpiter Yükseliyor


The Matrix ile 2000’li yıllar bilimkurgu sinemasını derinden etkileyen Wachowski kardeşler, Matrix’i üçlemeye dönüştürdükten sonra Speed Racer arasını bir kenara koyarsak bilimkurgu üretiminde ısrarcı olduklarını gösterdiler. Cloud Atlas başarısızlığı büyük oranda Matrix’in sağladığı yüksek özgüvenden kaynaklanıyordu. Bilimkurgu\aksiyonun en önemli temsilcilerinden biri olduğunu söyleyebileceğimiz kardeşler, yine kendilerinin kaleme aldıkları Jupiter Yükseliyor’la iyi bildikleri sularda yüzüyorlar.

Hikaye iyi ama…

Wachowski kardeşler, melez türler, yaratıklar gibi birbirinden farklı yaşam formlarıyla doldurdukları bir evren yaratmışlar. En önemli metanın ‘zaman’ olduğu bir evrendeyiz. Zamana hükmedebilmek, ölümsüzlüğe erişebilmek ve daima genç kalabilmenin formülü ise üstün ırkların, en zayıf halkaları bu yolda kurban etmesinden geçiyor. (Dünyamızdaki sömürgecilik faaliyetlerini düşünmemek mümkün değil) Dünyamız ve çeşitli dünyaların bir tür çiftliğe dönüştürüldüğü, kontrol altında tutulduğu Jupiter Yükseliyor'da sıradan bir insanın aslında sıradan biri olmadığını öğrenmesiyle hayallerinin de ötesinde bir maceraya atılması konu ediliyor. The Matrix’te olduğu gibi bir seçilmiş kişi hikayesi de devreye sokuluyor. Wachowskiler, reenkarnasyon aracılığıyla ana karakterimize kraliçelik atfediyor. Hanedanlıkta hedef haline gelen ve peşine ödül avcıları takılan Jupiter Jones’un nefret ettiği hayatından hayallerinin de ötesinde heyecanlı bir yolculuğa çıkışına tanık oluyoruz. Kardeşlerin dünyanın ve insanoğlunun geçmişine, köklerine dair söyledikleri hikayenin en cazip kısımları ama derinleştirilmedikleri için büyük bir anlam ifade etmiyorlar. Aynı şey karakterlerimiz için de geçerli. Hele aşk hikayesi makyajlar kadar yapay. Evet, hikaye iyi ama suya sabuna dokunmayan bir bilimkurgu\aksiyon\fantezi içinde erimiş. Seyircisine keyifli bir macera yaşatsa da beklentilerin altında kalmaktan kurtulamıyor Jupiter Yükseliyor.

Uzay operası cephesinde yeni bir şey yok!

Christopher Nolan gibi uzaya açılan kardeşler, bu kez işin içine fanteziyi de katıp Star Wars, Star Trek veye Guardians of the Galaxy gibi bir evren inşa etmişler. Evet, önümüzde uzay operası alt türünün klasik bir örneği var. Hatta o kadar klasik ki, film için bir formüller geçidi denilebilir. Alt türe dair bildiklerimizin dışına çıkamıyoruz. Uzay operalarında yarattığınız evrene dair çok daha fazla detay sunmanız gerekiyor. Buradan bakarsak seriye dönüşen uzay operalarının evrenini genişletme anlamında sıkıntı çekmediklerini söyleyebiliriz. 2 saatlik bir filmde ise karakterleri ve bahsi geçen evreni tanıtmak ve de temposu yüksek bir film çıkarabilmek zor iş. George Lucas gibi alt türe hakim bir hikaye anlatıcı değilseniz çuvallamanız yüksek ihtimal. Wachowkilerin yaşadığı sıkıntılarından biri de zamanı verimli kullanamamak olmuş.

Aksiyonla nereye kadar?

Aksiyon sahnesi çekmedeki hünerlerini bir kez daha gösterme fırsatı yakalayan kardeşlerin en büyük hatası aksiyona abanırken hikayenin mitolojik alt yapısını boşlamaları diyebiliriz. Geçen yıl Guardians of Galaxy’nin ihtiyacı olan mitolojiden yoksun olması sebebiyle fırsat kaçırdığını söylemiştim. Star Wars neden efsane oldu sorusunun cevabı mitinde gizlidir. Miti cılız kalan yapımlar ne kadar eğlenceli olsa da çabuk unutulmaya mahkum.

Aksiyonu, görselliği, temposu ve kurgusuyla seyir keyfi veren oyalayıcı bir bilimkurgu olmaktan öteye gidemiyor Jüpiter Yükseliyor. Cloud Atlas’ta felsefenin dozu kaçarken, burada aksiyonun dozu kaçmış. Matrix serisinde ise hepsi yerli yerindeydi. Bu kimyayı tutturamadıkça Wachowski kardeşlerin yükselmesi pek olası görünmüyor. Cloud Atlas nasıl özgüven patlaması sebebiyle hüsrana dönüştüyse, Jupiter Yükseliyor da özgüven kaybını açıkça gösteriyor ve hikayenin potansiyeline rağmen yükselemiyor. Belli ki kardeşler risk almak istememiş. Yapımcı koltuğuna oturuyor olmalarını da göz önüne alırsak ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkıyor.

Son söz: Olumsuz yönlerine rağmen Jüpiter Yükseliyor'un bilimkurgu tutkunları için ilgiye değer bir iş olduğunu söyleyelim. 5.8\10

5 Şubat 2015

87. Oscar Ödülleri (Kişisel tercihlerim)


Akademi Ödülleri 22 Şubat gecesi 87. kez dağıtılacak. Bu yıl da yine hayal kırıklıklarıyla dolu olacak gibi görünse de hangi ödülün hangi filme gideceğinin belirsizliği sebebiyle geçen yıla oranla daha heyecanlı bir bekleyiş var. Ödül tahminlerime geçmeden önce kişisel tercihlerimi paylaşmak istedim. Yabancı Dilde En İyi Film ve En İyi Animasyon kategorilerinde eksiklerim olduğundan tercih belirtmek istemedim.

En İyi Film
Whiplash
En İyi Yönetmen
Alejandro  Gonzalez Inarritu (Birdman)
En İyi Erkek Oyuncu
Eddie Redmayne (The Theory of Everything)
En İyi Kadın Oyuncu
Rosamund Pike (Gone Girl)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
J.K. Simmons (Whiplash)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Emma Stone (Birdman)
En İyi Özgün Senaryo
Nightcrawler
En İyi Uyarlama Senaryo
The Imitation Game
En İyi Kurgu
Boyhood
En İyi Görüntü Yönetimi
Birdman
En İyi Prodüksiyon Tasarımı
Interstellar
En İyi Kostüm Tasarımı
Into the Woods
En İyi Özgün Müzik
Interstellar
En İyi Özgün Şarkı
Begin Again
En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı
The Grand Budapest Hotel
En İyi Ses Kurgusu
Interstellar
En İyi Ses Miksajı
Interstellar
En İyi Görsel Efekt
Interstellar

2 Şubat 2015

Bad Taste


Bugün tüm dünyanın tanıdığı bir yönetmen olan Peter Jackson, bu şöhretini Yüzüklerin Efendisi üçlemesine borçlu. Artık stüdyoların peşinden koştuğu bir isme dönüşen Jackson’ın ilk yönetmenlik deneyimini gerçekleştirdiği 1987 yapımı Bad Taste, katıksız bir b filmi. Ve ayrıca Jackson’ın kat ettiği mesafeyi, yaşadığı zorlukları ve amatörce çektiği ilk filmiyle bile yeteneklerini sergileyebildiği önemsenmesi gereken bir bilimkurgu filmi bu. İlk filmi Bad Taste’yi imkansızlıklar nedeniyle ancak dört yılda tamamlayabilen Jackson, senaryosuz başladığı bu maceradan, nasıl oldu da zamanla kültleşen bir film çıkarabildi ona bakacağız. Ama gelin öncelikle bu absürd filmin hikayesine bir göz atalım.

Fast food işinde yükselmek için yeni bir tada ihtiyaç duyan bir grup uzaylı, aradıkları tadı (insan eti) dünyamızda bulur. İnsan kılığına girerek küçük kasabalardan et temin eden fast foodçular, çok geçmeden karşılarında hükümet için çalışan eli silahlı görevlileri bulacaklardır.

Peter Jackson, henüz ilk filminde türlerle hınzırca oynamış. Uzaylı istilası alt türüyle akrabalık kurabileceğimiz bir hikayeyi olabildiğince absürt bir biçimde hayata geçirmiş. İnsan formuna bürünen uzaylı düşüncesi ve dolaylı yoldan ulaştığımız uzaylı istilası filmi şablonu (eğer insan etleri fast food ürünlerinde sevilirse geri gelecekler), zombi filmleriyle çiftleştiriliyor. Korku ve bilimkurgu sinemasının bu gözde iki alt türü baştan sona mizahi bir bakış açısıyla ele alınıyor. Hatta Jackson’ın parodi yapmaya giriştiğini de söyleyebiliriz. Bad Taste hem zombi filmi parodosi hem de uzaylı istilası parodisi olarak okunabilir. Belirtmekte fayda var ilk filmini çeken yönetmenlerin ilginç buldukları her fikri filmlerine yedirmeye çalışmaları Jackson’ın da düştüğü bir tuzak olmuş. Ama şansı yaver gitmiş ve filmde havada kalan bir şey olmamış.

Bad Taste’yi dönemine göre değerlendirirsek 80’li yıllar korku filmlerinin özellikliklerini bünyesinde taşıdığını söyleyebiliriz. Özellikle 70’li yılların şiddetin ön planda olduğu sert korku filmlerinden sonra komedi ağırlıklı hafif seyirliklerde ciddi bir artış oldu. Bununla birlikte gore sahnelerde iyice arttı (The Evil Dead, Evil Dead 2 en önemli örnekler). Gençlik dönemi 80’li yıllara denk düşen Peter Jackson da bu dönemin korku filmlerinden fazlasıyla etkilenmiş. Filmde türlü iğrençlikler mevcut. Midesi sağlam olmayanların kaldıramayacağı sahnelerle dolu.

Zombi mevzusuna dönersek 80’li yılların The Return of the Living Dead serisinde komediyle iç içe geçirilen ve bayağı kaçan filmlerin izinden gittiğini söyleyebiliriz Jackson’ın. Tek fark kendi yolunu çizip oradan yürümesi. Bunun anlamı da esnek bir zombi filmine imza atmış olması. Uzaylılarla zombilerin aynı filmde bir araya getirilmeleri Ed Wood’un Plan 9 from Outer Space’ine kadar uzanıyor elbette ama burada daha enteresan bir uygulama var.

Peki nasıl kült oldu derseniz, cevabı 80'li yılların kültleşen pek çok filmi gibi Jackson'ın türlerle kafasına göre oynaması ve parodi yaklaşımında aramak gerekir. Özellikle arkadaş ortamında doyumsuz bir eğlenceye dönüşeceğini düşündüğüm Bad Taste, tüm iğrençliğine rağmen, sona erdiğinde ağızda hoş bir tat bırakan filmlerde olmayı başarıyor.